Kendimi muhteşem bir özgürlüğün kollarında can çekişiyor gibi hissediyorum. Yazması bana, yaşayan ve hala polyanna’cılık oynamak da hepimize dert olsun.

İçtiğimiz suyun soluduğumuz nefesin bile siyasetten ibaret olduğu bir dünyada bunlardan bağımsız bir yazı yazmak namümkün. Bu hafta kendi kendime yaptığım toplantı sonucunda, hani birçoğumuzun anlamadığı komisyon toplantısı, anayasa değişikliğini; kısır, patates salatası, kek, börek, çay eşliğinde düzenlenen altın gününde konuşuyormuşuz gibi paylaşmak istedim.

Ülkecek dönem dönem kaseti geri sarar gibi aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyoruz. Benim bu cümlemde yaptığım gibi tekrara düşüyor ve aynı sonuca varmayacağımızı umut ederek attığımız her adımın altına çekilen kırmızı çizgileri görmezden gelerek bizim için kazılan yeni çukurlara doğru ağır adımlarla ilerliyoruz. Ülkenin merkez sağ dediğimiz iki partisi birleşti ve bizim söylesek tutuklanacağımız cümleleri kurup "artık barışıyoruz" dedi. Yanlış anlamayın lütfen bu ikinci barışma denememiz.

İlk açılım sürecinin hepimizde açtığı derin yara ve hayal kırıklığı bir tarafa yeni barış sürecinin yarattığı umut ve tedirginlik diğer tarafa. Koyduk tartıyı Türkiye haritasının ortasına dünümüzle bugünümüzün günce yapraklarından uçurtmalar yapıyoruz.

Bugün bahsedilen barış süreci bugünün iktidar partisinin dilinden dökülene kadar yazmayı geçtim dile getirirken bile çekindiğimiz, toplumun hatırı sayılır bir kesiminde çok derin izler bırakan birkaç olayı paylaşmak isterim. Böyle yazınca da tuhaf oldu elbette. Belki de şöyle daha doğru olmasa da daha makul diyebilirim. AKP ve MHP’nin verdiği yetkiye dayanarak paylaşmak isterim.

Sanırım ilk açılım sürecinden sonraydı, hatırlar mısınız emin olamadım. 2015 yılında Şırnak’ta 57 yaşındaki Taybet Ana sokağa çıkma yasağında evinin önünde birine yardım etmek isterken ya da sebebi her ne olursa olsun evinin bulunduğu sokakta keskin nişancı tarafından öldürüldü. Ailesi sokağa çıkma yasağı olduğu için yedi gün boyunca 150 metre ilerideki cenazesine ulaşmak istedi fakat almalarına izin verilmedi.

Her şey bir tarafa anneniz vuruldu, düşmüş yatıyor. Çıkıp alsanız, çekip kurtarsanız daha yanına varamadan vurulup düşeceksiniz toprağa. Anneniz vuruldu, gördünüz. Öldü mü, yaşıyor mu bilmiyorsunuz. Yanına varmaya, akan kanını durdurmanıza izin yok, çıksanız siz de vurulacaksınız. Tam yedi gün, yedi gün bekliyorsunuz sokağın diğer başında, bari ölüsüne zarar gelmesin diye.

Hangi etnik kökenden olduğunun önemi yok günlerce ağladık Taybet Ana'ya. Dili, dini, kültürünü hiç düşünmeden hiç sorgulamadan. Sebebine ayrı, sonucuna ayrı ağladık. O zamanlar yazsam ne olurdan çok, o gün yazamadığımı bugün yazıyor olma özgürlüğünü dibine kadar yaşamak istiyor insan. Taybet Ana için yazdığım minik bir şiirimsi yazıyla devam edeyim.

Bugün birinci gün Anne, üşüyor musun?
Bugün ikinci gün Anne, ses etsem duyar mısın sesimi?
Bugün üçüncü gün, bak bahçe duvarına çıktım, yüksekteyim. Ha düştüm ha düşeceğim. Hadi kalk anne…
Bugün dördüncü gün Anne, saçlarından akan kızıl karanfillere tutun çık kurtar beni sensizliğin yüksek duvarlarından.
Bugün beşinci gün Anne, akan kanın değil benimdir. On adım uzağındayım anne.
Bu gün altıncı gün Anne, Kolum uzun olsa değecek karanfil kırmızısı akıtan saçlarına.
Çok sevdiğin kuşlara emanetimsin anne.
Bugün yedinci gün, yesinler diye bıraktığın ekmek lokmaları niyetine ölme anne…
Anne elim kolum bağlı, kanadım kırık, sen olsan delerdin dağları ben seni uzaktan izliyorum anne.
Anne bir kurşun sesine gittin, bir beyaz kuşun kanadına dön anne.

Taybet Ana bir dönemler dile getirmeye cesaret edemediğimiz bir konu. Bu ülke şehit kelimesini pek sever, bu günün koşulları sağlıklı devam ederse belli mi olur belki dünün teröristi Taybet Ana bu günün şehidi olarak tarihe falan geçer.

Bundan önceki açılım sürecinden bize kalanlardan bir ismi daha paylaşmak isterim, yeniden bir vatan haini ve terörist güncellemesi yapılmadan kusalım sessiz sedasız gömdüğümüz cenazelerden bize kalanları. 2015 yılının Ağustos ayında Şırnak Cizre’de sokağa çıkma yasaklarının olduğu dönemde hayatından oldu Cemile.

‘Eline kına yaktık, saçına kına yaktık. Kınayı çok severdi. Defnetmemize hastaneye götürmemize izin vermiyorlardı, komşumuzun derin dondurucusu vardı içine koyduk’ diye anlatıyor annesi bir videosunda. Cemile Çağırga yine evlerinin önünde sandalyede otururken keskin nişancı kurşunuyla ayrıldı aramızdan. Sokağa çıkma yasakları devam ettiği için dört gün boyunca derin dondurucuda saklandı o minicik bedeni. Bugün adalet yok diye sesimiz daha gür çıkıyorsa adaletsizlik bugün oluştuğu için değil var olan adaletsizlik bizlerin de kapısına dayandığı içindir.

2000 yılında bir etkinlikte kurduğu bir cümle yüzünden önce linç edilen ve sonra ülkesinden sürgün edilen sevgili Ahmet Kaya’ya yanlış hatırlamıyorsam 2013 yılında itibarı iade edildi. İtibar iadesi deyince gözünüzde farklı şeyler canlanmasın efenim. Yıllarca vatanından uzakta yaşayıp vatanından uzakta öldükten sonra, Türkiye’de düzenlenen bir etkinlikte eşine bir ödül verildi. Yani yaşadıklarını yaşamış ve artık aramızda değildi.
Şimdiki iktidar döneminde yaşadıklarımızın, yaşatılanların iadeyi itibarı da yine aynı parti tarafından yapılacak gibi duruyor. Ülkemizde şöyle bir tabir var mutlaka bir yerlerde okumuşsunuzdur, ‘Allah fukarayı sevindirmek isterse önce eşeğini yitirtir, sonra buldurur’. Bizim durumda ona benziyor.

Kaybettiğimiz eşeği bulmuş gibi sarıldık yeni barış umuduna. Şimdiki nesil bilmez az mücadele edilmedi bu günleri görmek için, az kayıplar verilmedi. Bugün kurulan cümlelerin üçte biri değil, üçte birinin yarısını duymak için. Şimdi komisyon toplantısı, anayasa değişikliği, partileri ziyaret falan derken bildiklerimizi unuttuk, yeni yaşayacaklarımız buğulu görünüyor bu taraftan. Bundan önceki açılım sürecinde ‘açılım’ dedikleri şey açılmaya devam ederken kaç ailenin hayatı karardı bu günlerde unuttuk, o günlerde her gün bir uzvumuzu kaybettik kan kaybından.

Şimdi yeni bir açılım süreci, yine barış zılgıtları atılıyor dört bir tarafta, yine halaylar kuruluyor, yeni halay başı ekibi belirleniyor. Biz bir taraftan yine umutlanıyoruz, gözümüzün önünü görmediğimiz karanlığı yok sayıyoruz yine. Yine, yeni bir barış süreci için kolları sıvıyoruz yarıya kadar. Yine ölümler devam ediyor, yine adalet rafa kaldırılmış, yine adaletsizlik lağımına boğazımıza kadar batmışız. Yine gözünün üstünde kaş var diyenlere Silivri sokaklarının soğukluğundan dem vuruluyor. Yine ölüyoruz huuuuu. Cezaevleri yine gazeteciler, avukatlar, siyasetçiler, öğrencilerle dolu. Ülke yine yarı açık cezaevini mumla aratacak kadar kimsesiz, güvensiz ve yalnız.

Ülkenin en güçlü iki partisinden ve tüm muhalefet partilerinden aldığım yetkiye dayanarak soruyorum eyyy cemaatimüslimin nereye doğru yol aldığımızı gören, sesimizi duyan var mı?