Bu hayatta en çok anneme kızgınım. Babama kızacak kadar zamanım olmadı çünkü. Yaşasaydı nasıl olurduk, ne hissederdim bilmiyorum. Bu hayatta en çok anneme kızgınım. Babam yaşasaydı nerede ve nasıl bir hayat yaşıyor olurdum bilmiyorum çünkü.
Bu hayatta en çok anneme kızgınım bedeninin içinden ayrı bir beden yaratıp kendi bedenine davrandığı kadar hoyrat davrandığı için.
Ben bu hayatta en çok anneme kızgınım, daha küçük yaşta büyüyünce ne olacaksın sorusuna ’anne olacağım’ cevabını vermeme vesile olduğu için.
Ben bu hayatta en çok anneme kızgınım. Annesizliğinin acısını en zayıf, en güçsüz ya da en asi ve en yırtıcı en deli olandan çıkardığı için.
Ben bu hayatta en çok annem ve ona çocukluğunu yaşatmayan analığına kızgınım. Bir zincir misali, sevgisizlik devam ettiği için.
Çocukken ‘büyüyünce ne olacaksın?’ diye sorduklarında ‘anne olacağım’ dermişim. Hayatında en büyük ideali anne olmak olan bir çocuk için hayalimi gerçekleştirdim diyebilirim. Anne olmayı sadece doğurmaktan ibaret sayarsak, doğurma eylemini gerçekleştirmiş ve bitiş çizgisini en önde göğüslemişim. Nasıl bir arzu ile istediysem anne olmayı daha kendim büyümeden yeni bir insan çocuğu aldım kucağıma.
Aile dediğimiz ve herkesin aile kelimesini farklı yorumladığı bir toplumda, aile olmayı başarmanın sadece üst tabaka insanlara kısmet olduğunu, altta kalan insanlara ise zorla dayatılan ve olmak için çabaladığı garip bir mertebe gibi görüyorum. Benim annem için kurduğum cümlelerin çoğunu benim oğlum da farklı gerekçelerle bana ya kuruyordur ya da gelecekte kuracaktır belki de. Her birimizin annesine kızması için farklı gerekçeleri var bu hayatta. Öyle ki hayat dediğimiz şey bir tekerlek misali. Karadeniz tarafında çok kullanılır bu cümle ‘ön teker nereye giderse arka teker de oraya gider’ diye özetlemiş aslında canım insanlar.
Benim ‘çok kızgınım’ diye yazdığım annem üç çocuktan birinin doğum sancısını tarla çapalarken çekiyor, bir diğerini evde çekiyor ama ne çekmek. Kendi kendine doğursa daha rahat bir doğum olur muhtemelen. Yanlış hatırlamıyorsam bir beni hastane de doğurmuş. Arada konusu geçerdi, ya da çocuk aklı ben öyle anımsıyorum. ‘Bu çok yaramaz hastanede karıştırdık kesin bunu’ diye söylenir, sonra kendine çok benzediğim için kendi de ikna olamazdı. Artık yaramazlığım ne kadar konu olup aralarında konuşulduysa, ya da yediğim dayaklardandır belki kendimi komşumuz Anşi nenenin çocuğu olarak düşünürdüm. ‘Ben kesin onun çocuğuyum, o yüzden sevmiyor beni’ diye harman mereklerde çok ağlamışlığım vardır.
Annemin üvey annesiyle başlayan hikâyesi, ya da ondan öncesini bilmiyorum ama annesi, üvey annesi diye geçmişe dayanan ve dayatılan şeylerin kötü hikâyesinin tohumlarıyız adeta. Saraylarda, hanlarda hamamlarda büyümeyen ve geçmişten günümüze kadar dayanan sınıf farkının peyda ettiği çocuklardansanız hepimizin geçmişi ve geleceği üç aşağı beş yukarı aynı efenim. Bu sistemin aile diye dayattığı ve özellikle günümüzde ‘en az üç çocuk’ cümlesinin dillere pelesenk olduğu bir süreçte hangi sınıfın annesi olduğunuz hem doğuracak çocuklarınızın sizinle ilişkisini hem de kaderini belirleyecek gibi görünüyor.
Aybaşını kıt kanaat getiren, nerede ne iş yapsam da çocukları okutsam diye düşünen bir sınıftansanız hiç kurtuluşunuz yok. Hem hayat telaşesi, hem okul endişesi derken doğurduğun çocuklar ortada sevgine muhtaç ya da sevgisizliğin ile boğularak büyüyüp gidiyor. Hadi sevgi gösterdin ve özene bezene büyüttün diyelim. Onsekiz yaşına kadar muhteşem bir şekilde büyüttüğün çocuğu sistem bir alıyor eline. Yazılım güncellemesi gibi adeta, fitnelik, fesatlık, tembellik, yorgunluk ne varsa yüklüyor. Senin o özenerek büyüttüğün çocuğu farklı farklı kombinasyonlara sokup ‘seç beğen al’ senin büyüttüğün çocuk bu deyip toplumun kucağına bırakıveriyor adeta. Hangi özel okula yazdırsam, hangi ülkeye göndersem, altına hangi arabayı alsam diye düşünmeye bile zahmet etmeyip, bunları düşünsün diye bir danışanı olan sınıftaysanız hiç düşünmeyin efenim. Sizin çaldıklarınız çocuklarınızın çocuklarına bile yeter.
Sınıf farkının derinleşerek devam ettiği bir süreçte anne olmak ya da baba olmak gibi bir hayaliniz varsa, işte siz çok fazla düşünün efenim. Böyle bir dünyaya getirebileceğimiz tek güzel şey umut ve direnç dışında bir şey olamaz gibi geliyor.
Bu hafta, bir tarafımızda 10 Kasım’da saygı duruşuna geçmemiş ve o saatte inşaatta çalan müzikte halay çektiler diye tutuklanan iki inşaat işçisi, diğer tarafımızda kendisini sevmemekle birlikte attığı tweet Cumhur Başkanına bilmem ne diye algılandığı için tutuklanan sosyal medya kullanıcısı. Bir tarafta Atatürk’e saygısızlık ibaresi ile tutuklananlara oh diyenler diğer tarafta Cumhurbaşkanına hakaret adı altında tutuklanan için lokma dökenler. Bir tarafımızda kadın cinayetleri, diğer tarafımızda iş cinayetine kurban giden çocuk işçiler.
Bu kadar berbat bir geçmişten gelen soyun çocukları olarak, bugün muhteşem bir doğuşun haberini aldık. Geçtiğimiz günlerde kayyum atanan TELE1 emekçileri ‘teslim olmuyoruz’ diyerek irade gösterip istifa etmişti. Ben bu yazıyı yazmaya başladığım saatlerde teslim olmayan anarşik ruhlu basın emekçilerinin Tele2 ismindeki yayın hesaplarının duyurusunu yaptıklarını gördüm. Muhtemelen yazımın yayınlandığı gün çalışmaya başlamış olacaklar. Bu kadar güzel bir umudu, hele de bu kadar ihtiyacımız varken bizimle paylaştıkları için bin minnetle.
Tele2 aile yılına hediyeleri olsun….