Kötü haberler üstüste geldi: Tam ormanlarınkötü insanlar tarafından yakıldığı şu bunaltıcı günlerde diploma ve sınav skandalları patlak verdi.

Off ki of! Dört bir yandan feryatlar yükseldi: Bütün bunlar nasıl olur? Kutsal hiçbir şey kalmadı mı? Hangi kuruma güveneceğiz? Nedir bu ülkede bu kadar bozuk olan?

Her şey birbirine eklendi. AKP rejimi henüz kendi liderinin diploma sorunu konusunda toplumu ikna edecek kanıtlar ortaya koymamışken, baş rakibi olarak gördüğü kişinin var olan diplomasını mesele haline getirdi, iptal etti, toplumun bu konudaki duyarlığını yükseltti.

Ve tam bu aşamada, iktidar mensubu pek çok kişinin aslında sahte diplomalı olduğu söylentisi ortaya çıktı…

Gün geçmiyor ki diplomalar, sınavlar, haksız cezalar hakkında yeni bir haber, fotoğraf, söylenti çıkmasın.

Uzun uzun analize gerek yok. Bence bunlar sağlıklı demokratik bir toplumun vazgeçilmezi olan üç ana denklemin bozulmasıyla ilgili. Geçmişte de kusursuz olmayan bu üç denklem son dönemde dağılma noktasına geldi. Bu terazi bu kadar yükü çekmiyor!

Ve bu çok vahim bir saptama

Çünkü, tüm karşılaştırmalı uluslararası tablolara göre, bu denklemlerin çok bozuk olduğu ülkeler demokrasiden uzaklaşmış mutsuz ülkelerdir. Oralarda her şey olabilir.

Üç ana denklem

Hangi denklemler mi? Gizli saklı, karmaşık sırlar değil bunlar. Çalışan kazanır, eden bulur, söz namustur!

1) ÇALIŞAN KAZANIR: Bu denklemin ülkemizde işlemediğini her gün örnekleriyle görüyoruz. Kamusal yaşamda liyakat bir kenara itilmiş durumda. Kadrolar siyasal etmenlerle, makama layık olmayan ve bu nedenle verilen işi beceremeyen insanlarla dolu. Üç diploması olanlar işsizken, sahte diplomalılar, torpilliler, yeteneksizler müdür oluyor. Yapılan iş ve sarfedilen emek ile kazanılan para arasındaki denge altüst olmuş durumda. Bu yüzdentoplumun büyük bir bölümü umutsuz ve mutsuz. Bu arada, kasıtlı olarak yüksek tutulan enflasyon nedeniyle yoksullar daha da yoksullaşırken, zenginler daha da zenginleşiyor. Bu dengesizliğin, gene planlı olarak döviz aracılığıyla manipüle edilmesiyle gelir uçurumları büyüyor, siyasal despotizmeuygun bir yapı oluşuyor. Çalışan değil, çalan, kazanıyor.

2) EDEN BULUR – Bu vahim sorunun baş çaresi, çalanların cezalandırılması değil mi? Bunun için devletin ve toplumsal kurumların “eden”lere karşı adil ve etkin bir biçimde yaptırım uygulaması gerekir. Bu, devlet olmanın birinci koşuludur. Eğer bir yönetim, suç işleyeceklere “Bedelini ödersin!” diyemiyor ve ödetemiyorsa orası bir cehenneme dönüşür. Eğer bir yönetim, “eden”leri bir kenara bırakıp masumları suçlu göstermek için bin bir türlü safsataya başvuruyorsa orada tüm değerler birbirine karışır; ülke, insanların kaçmak istedikleri bir cehennem olur.

3) SÖZ NAMUSTUR – Bu iki denklemin işleyebilmesi, kurumların güvenilir olmasını zorunlu kılar. Eğer kurumlara güven sıfırlanmışsa, kimse siyasal yetkililerin dediğine inanmıyorsa, medya bir bilgilendirme değil kandırma aracı haline dönüşmüşse durum kötüdür; denklemin işlemesi, yani çalışanın kazanması ve edenin belasını ya da layıkını bulması imkansızlaşır. Bağımsız ve özgür bir medya, verilen sözlerin hatırlatıcısı olarak bunun aracıdır. Bu bağlamda yurttaşlara da sorumluluk düşer: Mutlu olmak isteyen namuslu yurttaşlar en az namussuzlar kadar cesur ve atak olabilmelidir. Ve tabii, sözünün eri.

Çalışan kazanır, eden bulur, söz namustur! Bu üç denklemin işlemediği bir toplumda hayat, bir mutsuzluk tezgahı olmayave öyle kalmaya mahkumdur.