Sevgili Şükrü ağabey bu dizeleri ne düşünerek yazdı bilmiyorum ama ben okurken bir kendim derim, bir ülkem… İkimiz de bir arpa boyu yol alamamak bir tarafa altımızı üstümüze getirdik. Doğru neydi? onu arıyoruz.

Yazıya böyle başlayıp, yer-yön duygusu olmayan birisi olarak rotayı nereye çevirsem emin olamadım elbette. Kimsesizler diyarından bir kimsesiz olarak sesleniyorum sayın kulağı sağır, gözleri kör, dilleri lal canım insanlar. Hani “üç günlük dünya” diye tabir ettiğimiz dünyanın içine topluca ettik;üç günlük dünyanın üçü gitti biri kaldı insafımıza. Kalan bir ile başı kesilmiş horoz gibi bir o yana bir bu yana yalpalayıp duruyoruz.

Bilenler bilir, bir zamanlar Ahmet Kaya dediğimizde ülkenin en azılı teröristi gibi muamele görürdük. Sesini en çok seveni bile öyle bir köşede dinler, dinlediğini kimseye yüksek sesle söyleyemezdi. Bugün adını anmanın verdiği huzurla, ilk defa farklı bir yerde yazmanın yarattığı huzursuzluk arasından sıyrılıp kelimelere sığındım. Kulağımda ‘Şafak türküsü’ döne dursun ;o dönüp dururken Ahmet Kaya’nın öldüğü güne bir gidip geldim kısaca.

Samsun’a yeni taşınmışız, yer yabancı ben yalnız.

Koskoca bir kentin içinde yapayalnız kalmışlığın acısını Ahmet ağabeyi dinleyerek hafifletiyorum.
1998 yılında kaybettiğim ablamı hatırlatıyor bana. Ablam fısıldıyor kulağıma sessizden ’Diren, geçecek bu günler’
Öyle bağlanmışım ki , ablamdan sonra, dinlediğim her şarkısında ablamın yokluğunu unutuyor, düştüğüm yerden inatla daha güçlü ayağa kalkıyorum. Normalde tekstil işçisi olmama rağmen kardeşim için gittiğim memlekette benim mesleğimde fabrika bulamamış önce lastik ayakkabı fabrikasına girip, orada tutunamayıp karton kutu fabrikasına kısa sürede terfi etmişim.

Tekstil sektöründen sonra ilk defa çalıştığım sektörü sevdim. En güzel yanıysa, her şey yasak olsa da radyo açmak serbestti. Bir haber arasında duydum Ahmet Kaya’nın ölümünü. Ben de nasıl yer ettiyse ablamı ikinci kez kaybetmiş gibi ağlamaya başladım. Daha ben mesaimi bitirmeden eve ulaşmış ‘bir terörist’ öldüğü için ağladığım. Evde yaşadıklarımı astım bir bahçe penceresine kurudular zamanla, aralıklı çatlaklar bırakarak iyileşmeye yüz tuttular. Ben ertesi gün işsiz kaldım, koca kentin kucağında yapayalnız. Sonrası mı? Çantamda walkman, kulağımda Ahmet Kaya Samsun sokaklarında reçel fabrikasında bulduk kendimizi. Yeni bir iş yeni bir heyecan falan değil, yeni bir iş yine aynı tecrübelerin bant kaydı.

Ahmet Kaya 1999 yılında bir ödül töreninde yaptığı bu konuşma yüzünden iğrenç bir linçe maruz kaldı ve hayatının kalan kısmını vatanından uzakta geçirdi. ‘Bu ödülü insan hakları derneği adına, cumartesi anneleri adına, magazine emek veren bütün insanlar adına, bu ödülü bütün Türkiye adına alıyorum. Önümüzdeki kasette Kürt asıllı olduğum için Kürtçe bir şarkı yapıyorum ve Kürtçe klip çekiyorum. Bunu yayınlayacak insanların olduğunu da biliyorum. Yayınlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklar biliyorum’. Bu linçin üzerinden tam 26 yıl geçti. Bunca zamana rağmen üç adım geri bir adım ileri gitmeye devam ediyoruz. Attığımız her bir adımda acaba yanlış mı adım attık diye düşünüp yarım adımını geriye doğru çeviriyoruz.

Yıl 2025 ve biz hala bulduğumuz her alanda, her mecrada, duyduğumuz ilk kelimeyle linç etmek için hazır olda bekliyoruz adeta. Sonucunu düşünmeden, düşünse de umursamadan gözleri kapalı aldık elimize taşı bekliyoruz. Konu, kişi, sonuç umrumuzda olmadan gerilmiş bir yayın ucundaki ok gibiyiz. Dün taşa tuttuğumuz kişiyi bir gün sonra aklayıp paklayıp altın tepsiyle sunuyoruz en sevdiğimiz sosyal mecralara. Kurtla kuzuyu yiyip çobanla yas tutuyoruz adeta. Önce linç edenlere bir destek sunuyor, sonra linçe uğrayanın mağdur olduğunu öğrenip onunla birlikte ağlıyoruz.

Adaletin olmadığına hepimizin ikna olduğu canım ülkemde, sosyal medyada mahkemeler kuruyor, avukatlar buluyor, cezalar kesiyor, bedeller ödetiyoruz. Gün geliyor yaşam hakkının elimizden alındığı linçlere ya maruz kalıyor ya maruz bırakıyor, ya da maruz bırakanlara alet oluyoruz.

Ez cümle; adaletin olmadığı canım ülkemde bireysel silahlanmaya karşıyız diye avazımız çıktığı kadar bağırırken şimdi yeni bir silah ile karşı karşıyayız maalesef. Herkes ya kendi adaletini kendi sağlıyor ya da sosyal medya üzerinden mahkemeler kurup cezalar kesiliyor. Yapılan hatalar yüzünden kaybettiğimiz canların ayak izleri ebemkuşağına dönüştü. Bize kalan renklerin arasından en karasına sarıldık gidiyoruz.

Bugün elbet bitiyor dünler boğazıma asılı kaldı. Bu günlerin bittiğini dünlerin yanımızdan hiç gitmediğini, yarınların var olup olmadığını bilmediğimiz bu lanet dünyada insan kalabilmek umuduyla. Başka bir yazıda, daha güzel ve umutlu haftalarda buluşmak üzere.