Çok sevdiğim bir erkek arkadaşım anlatıyor: "Harika biriyle tanıştım, çok etkilendim, elektrik var ama... Üşeniyorum."

"Nasıl yani?" diye soruyorum.

"İşte, mesaj yazmaya üşeniyorum, buluşma ayarlamaya üşeniyorum, flörtleşmeye üşeniyorum..."

Bu diyaloğu duyduğumda, "Vay canına," dedim, "demek ilişki kurmanın yeni düşmanı tembellik!"

Modern flörtün garip paradoksu: Saatlerce Tinder'da insan kaydırmaya enerjiniz var ama birine "Nasılsın?" yazmaya üşeniyorsunuz. Sanki dijital avlanma gerçek bağlantıdan daha eğlenceli hale geldi.

Yeni dünya düzeni denilen lanet bize bunu mu yaptı?

İnsanlar artık "Netflix and Chill"in chill kısmına bile üşeniyor.

Evde yalnız izlemek daha cazip geliyor.

Kim uğraşacak başka bir insanın film tercihlerine, mısır patlağını paylaşmaya?

Bir arkadaşımın ilişki felsefesi: "İdeal partnerim, aynı evde yaşayıp birbirimizi rahatsız etmediğimiz biri olmalı. Haftada bir 'Nasılsın?' diye soralım yeter."

Bu "üşenme" halinin altında yatan: Duygusal emekten kaçınma. Birine açılmak, onu dinlemek, anlamak... Bunlar enerji istiyor!

Oysa bugün her şey hazır: Yemekler 10 dakikada kapıda, filmler bir tıkla açılıyor, ama ilişkiler? Onlar hala emek istiyor.

İnsanlar da "Yok kardeşim, ben hazır ilişki istiyorum, kutudan çıksın, mikrodalgada ısınıp hazır olsun" diyor.

Belki de ilişki uygulamalarına "Üşenenler İçin Flört" seçeneği eklenmeli:

  • "Merhaba" yazmaya üşeniyorum ama ilgileniyorum (✅)

  • Buluşmaya üşeniyorum ama evlenebiliriz (✅)

  • Duygusal paylaşım yapmaya üşeniyorum ama sen yaparsan dinlerim (✅)

Ya da şöyle düşünelim: Belki de bu "üşenme" hali, aslında o kişinin "yeterince iyi" olmadığının işaretidir, deyip rahatlayalım mı?

Gerçekten etkilendiğimiz biri çıksa karşımıza…

Üşenmeyi bırakıp, risk almaya, savunmasız olmaya, gerçek bağlantılar kurmaya cesaret etmeliyiz belki.

Çünkü insan, ancak diğer insanlarla kurduğu derin bağlarda anlam bulabilir.

Unutmayalım: En büyük pişmanlıklarımız, yaptığımız hatalardan çok, yapmaya üşendiğimiz şeylerden kaynaklanır.

Belki de şu anki yalnızlığımıza değil, gelecekteki pişmanlıklarımıza "aşık" olmalıyız.

Bu çağ bize dijital bir konfor alanı sunarken, gerçek insani bağları unutturuyor.

Oysa hayat, üşenmeyip attığımız o küçük adımlarda gizli.