Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu… Millî yani ulusal bir komisyon. Kardeşlik ve demokrasi de olmazsa olmazları.
Komisyon ulusal dayanışma konusunu nasıl ele alıyor, kardeşlikten ne anlıyor, demokrasi derken neyi hedefliyor? Bunlar hakkında ortada bir bilgi yok. Komisyona verildiği iddia edilen görev bunları incelemek değil, bu konularda bilgisi, etkisi ve ilişkisi olanların görüşlerini toplamak. Peki bu görüşler toplanacak ve bir metinde özetlenecek. Ancak söylenen bu özetin bir öneri haline getirilip Meclis’e bir yasa teklifi halinde sunulması.
İşte çelişki burada. Değerlendirme, tartışma, birlik, oy birliği yok. Sadece nitelikli çoğunluk dedikleri beşte üç çoğunlukla karar al, uygula metodu uygulanacak. Komisyonun üye sayısı 51. Matematik olarak beşte üç demek 30,6 oluyor, yuvarlayınca da 31 oluyor. Demek ki nitelikli çoğunlukta oy sayısı 31 olunca alınan karar komisyonu temsil ediyor ve uygulanmak durumunda.
Komisyonda AK Parti’nin 22, DEM Partinin 5 ve MHP’nin 4 üyesi var. Bu üç partinin oy sayısı 31, yani bu üç parti komisyonda nitelikli çoğunluğa sahip. Komisyonun diğer üyeleri sadece görüş belirtir. Olumsuz oy verirlerse muhalefet şerhi “itiraz notu” düşebilirler, o kadar. Bu partiler CHP (11 üye), Yeni Yol (3 üye) ve birer üyeli YRP, HÜDA-PAR, DSP, TİP, EMEP VE DP. Özetle komisyon kim ne derse desin üç partinin kararı ile “hedefine” gidecek bir yapıda.
Komisyonun karar alma ve bunu uygulama sürecinde kamuoyunda muhalefet seslerini azaltmak için bazı girişimler oluyor. Birdenbire komisyon İmralı’ya gitsin önerisi ortaya atıldı. MHP genel başkanı “siz gelmeseniz bile ben giderim” diyerek bu öneriye destek verdi. Bu desteğe CHP genel başkanı Özgür Özel şu sözlerle tepki verdi: “Bahçeli açısından şunu söylemek lazım, ip attığında da aynı şekilde alkışlıyorlar, İmralı'ya ben gideceğim deyince de ayağa kalkıyorlar.” ve ekledi “Bahçeli'nin dün söylediklerini Erdoğan'a söylediler. Ben bunun cevabını görmedim.”
Son bir yılın MHP ve AKP davranışlarının özeti böyle. Katılmamak elde değil. Ancak Bahçeli ne derse partisinin desteği tam olarak arkasında. Erdoğan da bu konuda kamuoyunda olası bir olumsuzluk olmasın diye sessiz kalıyor. İki liderin de kendi politikalarında bugüne dek başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Şimdilik halkın desteğini ve tepkisini bir yana bırakıyorum.
DEM Parti ve Öcalan bu ortamda mesafe almaya çalışıyor. Demokrasiden anladıklarını “demokratik entegrasyon” diyerek Türk ve Kürt ayrıştırması yaratmanın çabasındalar. DEM Partinin eş genel başkanı Tuncer Bakırhan diyor ki, “Demokratik entegrasyon bir bölünme değildir, ama teslim olmak da değildir. Tarafların birbirini kabul etmesi ve birlikte yaşamayı esas almasıdır.”
Bu söz bölme çabasıdır. Lozan Anlaşması’na dava açanlar, Türkiye’yi cumhuriyet ve kurtuluş savaşı öncesine götürmeye çalışıyorlar.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, binlerce (3997) kitap okuyan, yabancı ülkelerde bulunan, Osmanlı devleti için savaşan lider, Türkiye Cumhuriyeti’nde kaç inanç, kaç lehçe, kaç değişik kökenli halk olduğunu bilmiyor muydu? Tabii ki biliyordu. Bütün farklılıkları ortadan kaldıran şu sözü 1930’da söyledi: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir." Bu söz Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer aldı: “Madde 88. - Türkiye'de din ve ırk ayırd edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir.”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni 50 bin kişinin katili ile kurucu lider adı altında görüşmeye götürmek, o katili eşit yetkiliymiş gibi kabul etmek sadece bir yabancı devlet projesi olabilir. Bu böyle biline!