Kendimi bildim bileli hayatıma giren herkesle ömrümün sonuna kadar beraber kalacağımı düşünmüşümdür. Şimdiye kadar bunun hiç gerçekleşmemesine rağmen hala aynı hatayı yapmaya devam ediyorum.

İlkokulda bunları düşünebilmek için henüz çok küçüktüm ama ortaokuldaki arkadaşlarımla sonsuza kadar arkadaş kalacağımı düşünmüştüm mesela. Sırf onları bırakmamak için bir süre annemin İzmir’e taşınma ısrarına karşı çıkmıştım. Taşınmasak bile o arkadaşlarımın hiçbiri ile görüşmeyeceğimi eninde sonunda yollarımızın ayrılacağını söylemişti. Çocuktum tabi inanmadım ama daha sonra taşınmak zorunda kaldık. Annem de “Bu arkadaşların ömrünün sonuna kadar kalmaz ama lise arkadaşlıkları daha değerlidir. Benim birçok arkadaşım hala lise arkadaşlarıyla görüşüyor” deyince yemi yuttum. Lise yıllarım bitiş çizgisine yaklaştıkça ve ben aynı duygulara kapılmaya başladıkça “asıl ömürlük dostlar üniversitede bulunur, onlarla asla ayrılmazsın” denilerek, üniversite arkadaşlıklarına atıldı top. Şimdi üniversite de bitti, gözler bizim üzerimizde dostlar.

E tabi öğrencilik de sonsuza kadar sürmeyecekti. Mezuniyet rüzgârı bütün dostları sağa sola fırlattıktan sonra ben de iş hayatı denilen -çok büyük ihtimalle tüm ömrümü üstünde geçireceğim- ağacın dallarından birine kondum. Tahmin ediyorum ki bu yaşlarda o ince ve dikenli dala tutunmak çok zor oluyor, en azından ben zorlanıyorum. Ülkenin toprağının da verimsiz olduğunu bu yüzden de ağacın asla meyve vermeyecek olmasını da göz önünde bulundurunca biraz da isteksiz tutunuyorum açıkçası. Neyse… Tam tutunmaya alışıyordum ki mezun olduktan sonra kendi şehrine giden bir arkadaşım hasta ziyareti yapar gibi İzmir’e gelip geri gitti. Bir daha asla geri gelmeyecek öğrencilik hayatına kısa süreliğine bir dönüş yapıp sabahına geri işe gittim. O an bi afalladım işte. Ofiste, realist oluşunu, hayata bakışını çok sevdiğim bir ağabeyime yakındım, “Abi, harbiden hayatımız hep çalışarak geçecek galiba” diye. Yine realistliğini konuşturdu, “E tabi, çok büyük çoğunluğunu” dedi. Bu kadar gerçekçi konuşması ilk defa üzdü beni. En azından böyle uzun vadeli bir konuda, “Yok be oğlum, hayatın ne getireceği belli olmaz” gibi abartısız ama bir tutam umutlu bir cümle iyi olurdu, ama canım abim umut versin diye bile yalan söylemez. Hayatın ne getireceği belli; birkaç yaş, bir ömrümüze bir de gözümüze…

Dediğim gibi, ilkokulda bazı şeyleri anlamlandırmak için çok küçüktüm, normal olarak. Ama gözüme batmıyor da değildi. Hiç unutmam yeni dönem her başladığında kâğıtlar verilirdi. Ebeveynlerimizin yaşayıp yaşamadıklarını, yaşıyorsa gelir durumlarını yazmamız gerektiği kâğıtlar. Çok şükür hep “sağ” kutucuğunu işaretledim. Ama her seferinde o kutucuğu işaretlemeyen öğrencileri mimler gibi dersin ortasında “Ahmet, Ayşe ve Mustafa’yı müdür yardımcısı çağırıyor” diye tahtaya çıkarıp götürürlerdi. Onların yanında benimki devede kulak kalır ama ben ailemin mesleğini ve gelirini yazarken zorlanıyordum. Küçük bir kasabada yaşıyorduk çünkü. Çoğu çocuğun ailesi kendi işini yapardı. O yüzden o kutucuğu doldurmakta zorlanmazlardı; Esnaf, servis şoförü, aile hekimi, toptancı, çiftçi… Benim ailemin tamamı fabrikada çalışıyordu. Öğretmenlerinin 80 yapraklı defter istemesine rağmen ailesi 100 yapraklı alınca “ama öğretmen 80 yapraklı istedi” diyen çocuklar gibi benim de huzursuzlanmam lazımdı. Herkes bir meslek yazarken ben ‘fabrikacı, fabrikada çalışıyor’ yazamazdım. Her dönem yeni kâğıt verildiğinde, evde doldurmak isteyip aileme meslek kutucuğuna ne yazmam gerektiğini sorardım. Verdikleri cevaplar, okullar bu soruyu sormayı bırakana kadar değişmedi, “işçi yaz oğlum”.

Sanki birer yapboz parçasıymış gibi yeni yeni yerine oturuyor bu anlattıklarım. Geçen günlerde varlığını unuttuğum yapboz parçalarından biri daha yerine oturdu, ofiste annem ve sevdiğim bir ablamla sohbet ederken. Konu nerden oraya geldi bilmiyorum ama bir anda okulumdaki veli toplantılarını konuşmaya başladık. Konu açıldığı gibi hızlıca geçmişime döndüm, konuşulanlar kulağıma vızıltı gibi gelmeye başladı.

Okullarda zaman zaman tiyatro gösterileri olurdu. Bir grup gelir, tiyatro yapacaklarını duyurur ve izleyebilmek için herkesin okula vermesi gereken ücreti söyleyip giderdi. Ücreti veremeyenler gidemez, tiyatronun olduğu saatlerde ders işlerlerdi. Bu sistem bazen de herhangi bir etkinlik, gezi veya basit bir boyama kitabı için uygulanırdı. Parasını veren, arkadaşlarıyla birlikte eğlenmenin keyfini çıkarır, parasını veremeyen diğer arkadaşları eğlenirken yine ders işlerdi. Bir anda annemin “Sen veli toplantılarıyla ilgili bana yalan attın mı?” sorusuyla kulağımdaki vızıltı ile zihnimdeki anılar sis bulutu gibi dağıldı. Çok ciddi bir yalan atmamıştım hiç. Ama bu tarz etkinlikler olduğunda “Anne herkes verdi parasını, bir ben kaldım” diyerek duygu sömürüsü yaptığım vardır. Aslında herkesin gidebildiği falan yoktu, eksik kalmak istemiyordum. Durumumuz da çok iyi olmadığından, etkinlik günü gelene kadar gözlerindeki hüzünle durumumuz yok derdi ama eninde sonunda bir şekilde gitmemi sağlardı, sağ olsun…

Söylemiştim ya parçalar yerine şimdi oturuyor diye. Bunu da yerinden hiç çıkmayacak şekilde oturttum, parçalar yerine oturunca daha anlamlı olmaya başlayan resmin ortasına. O yaşta bilemezdim ama bilseydim o resmin bu kadar anlamlı olduğunu; hiçbir etkinliğe gitmek, hiçbir boyama kitabını aldırmak istemezdim annemin tek başına sırtladığı onurlu mücadelesine bir de hüzün eklememek için. Annem o kutucuğa “İşçi yaz oğlum” dediğinde bilseydim ki yalnız değilim; bir tek ben işçi yazıyorum ama aslında hepsinin ailesi öyle ya da gün geçtikçe ve orta sınıf yok oldukça öyle olacaklar. İşte o zaman, o kutucuğa hiç kimseye sormadan büyük harflerle “İŞÇİ” yazar, öğretmenin 80 sayfalık istemesine rağmen 220 sayfalık defter alıp artan sayfalarını annemin onurlu mücadelesiyle doldururdum. Çünkü artık biliyorum realist abimin, “hayatımızın çoğunu çalışarak geçireceğiz” cümlesi sandığım kadar umutsuz değil. Çünkü umut, hayatı çalışmadan geçirmekte değil; ömrünün çoğunu çalışarak geçireceğini bilip, onu onurlu bir mücadeleyle taçlandırmakta.

En azından ben böyle anlamak istiyorum, kusura bakma abi tutunacak bir dala ihtiyacım var :).