Pazar sabahı kardeşimle çok erken saatte kalktık. Televizyonu açtık. TRT 1’de “Çizgi Film Kuşağı” vardı. Kısa bir süre sonra kendimizi kahvaltı sofrasında bulmuştuk.
O sırada televizyonda çocuk korosu şarkıları çalıyordu. Kız kardeşim elindeki yumurtadan bir ısırık alıp şarkıya eşlik ediyordu. “Sen hiç gördün mü üç kulaklı bir adam. Olur mu hiç üç kulak dön de aynaya bak hey…”
Kahvaltı sofrası ortadan kalkmış, Pazar sinema kuşağı başlamak üzeriydi. Babam pazar günleri gündüz saatlerinde başlayan kovboy filmlerini izlemeyi çok severdi. Bu alışkanlık sanırım hepimizde şu an vardır. Biraz reklam cıngılı gibi olacak ama ‘Kovboy filmi sevmeyen var mı?’
Film biter bitmez fuar hazırlıkları başladı. Bir gece önce basmadık yer bırakmadan ayrıldığımız İzmir Enternasyonal Fuarı’nda hayvanat bahçesini gezmeyi unutmuş, babama hatırlatınca yarın gideriz demişti. O yarın gelmiş çatmıştı. Vakit Gültepe/Çankaya dolmuşuyla yola çıkıp, Fuar Basmane kapısında sıraya girme oradan da doğru hayvanat bahçesine ulaşma zamanıdır.
İçeriye girdik. Çok iyi hatırlıyorum. 69. İzmir Enternasyonal Fuarı’ydı. Geçen hafta bahsettiğim,
“69. İzmir Fuarı bir ilke şahit oluyor. Projesi Alman uzmanlar tarafından hazırlanan, yüzeyi özel parlak bir madde ile sıvandığından, çevre ışığını belli bir perspektif oran içerisinde küçülterek yansıtan ışıklı küre yerli ve yabancı fuar ziyaretçilerinin ilgi odağı oldu.”
Küre o yıl İzmir’e kazandırılmış. Geçen yazımda Elvan Feyzioğlu’nun hazırladığı iki kitaptan biri olan; “İzmir Fuarı Büyük Bir Halk Okulu” Fuar’ın 75. yılı nedeniyle hazırlanmış. 1923/1930 yılları itibarıyla başlayan anlatım, 2000’lere kadar uzanıp orada sonlanıyordu. Bugün anlatacağım kitap “Fuar Bizim Hayatımız” o kadar doğru bir tespit ki, sadece İzmir değil, tüm yakın illerde hatta uzak illerden sırf fuar için gelen herkesin bir fuar anısı vardı.
“Fuar Bizim Hayatımız” Fuar’ın 80. yılı nedeniyle hazırlanmış. Kitap, yılları dönemlere ayırmış. 1923/1940 Başlangıç Zamanı, 1950/1960 Yükseliş Zamanı, 1970/1980 Olgunluk Zamanı, 1990/2010 Değişim Zamanı… Peki 2010/2025 zamanı için Elvan Feyzioğlu nasıl bir isim düşünürdü. Dijitalleşme Zamanı mı? Çöküş Zamanı mı? elbette yeniden basılana kadar bunu bilmemiz imkânsız.
Hayvanat bahçesinde tüm kafesleri gezdik. Kardeşim küçük olduğu için birçok hayvandan korktu. Aslanları görmek için kafesin önünde çok uzun zaman bekledim. Fil Pak Bahadır dolaşmaya çıkmıştı onu çok beklemeden görebildik. Fil İzmir henüz daha doğmamıştı.
Hayvanat bahçesi gezilmiş eve doğru yola çıkılmıştı ki ben kurduğum hain planı devreye soktum,
“Baba dün uçakta çok sıra vardı, bugün annemle binebilir miyiz?” dedim. Babam çok ilginç sanırım saat daha erken olduğu ve fazla kalabalık olmadığı için hiç ikiletmeden (Öyle dediğime bakmayın, babaya ikiletmek olmazdı zaten)
“Olur,” dedi.
Lunaparkta en çok sevdiğim oyuncaktı uçak, çok eğlenirdim. Gerçek bir uçağın üzerinde uçuyormuşum gibi hissederdim. Annemle birlikte biraz mutluluk, biraz korku, çok adrenalin… Bir çocuğun bu kadar duyguyu yaşarken annesinin hemen yanında olmasının konforu paha biçilemez. İnsan büyüdükçe yalnızlaşıyor. Çocukken yaptığınız her şey her an yanınıza kâr kalıyor.
Elvan Feyzioğlu kitabın sunuş kısmında ne güzel özetlemiş,
“Fuar çocukken başka, gençlikte başka, yetişkinlikte başka başka özellikleriyle girdi hayatımıza. Ama hep hayatımızda oldu.”
Bu iki kitabı mutlaka bulup okuyun, o dönem olaylara, yaşananlara değil, çocukluğunuza döneceksiniz. Kaç kitap sizi çocukluğunuza/gençliğinize götürebilir.
Bir şarkının dizelerindeki gibi,
‘Artık çok geç yalvarma dönüş yok o yıllara.’