Bu cümleyi hatırlarsınız elbette ama ufak bir hatırlatma olsun. Yine kaybedilip kaybedilmediğinden emin olmadığımız bir seçim sonunda bir devlet büyüğümüz bu cümleyi kurmuştu.
Uzun zamandır toplum olarak çok talihli sayılmayız fakat o cümleden sonra bir daha kendimize gelemedik. O atın o Üsküdar’ı geçmiş olma dedikodusu tüm dengemizi bir anda alt üst etti sanki. Sonrası mı? Sonrası hep bir bilinmezlik hep bir ‘aman aleme ne olursa kaleme de o olur’ edası ile hafif bir kendine gelir gibi ufak bir cilveleşme, hafif bir flörtleşme derken mutlu sona yaklaşamadan benden geçti der gibi totomuzun üstüne oturma halinden ileriye gidemedik.
Şahit olduğum kadarıyla garip bir toplumuz, ülke yıkılır altında kalırız milyonlarla bahsedilir sayımızdan. Bana mısın demez, sabahına günaydın der güne devam ederiz. Yarın olur bir beyaz güvercinin kanadına zarar geldi diye ayağa kalkar, bir ağacın dalı kırıldı diye ülke yıkarız. Bu orantısız hallerimiz, bu ani öfke patlamalarımız, bu biriktirip bir anda yangın olup ertesine sönüşlerimiz, ağır ağır dolup saniyede taşışlarımız her bitti dediğimizde imdadımıza yetişse de, yarı yolda bırakmaktan öteye gidemez oldu. Kimisinin tebessüm ederek tepki vereceği kimisinin ‘ayyyy ahlaksız’ diyeceği bir şeyle örnek vermem gerekirse. Her defasında bu kez kesin oldu dediğimiz başarısız bir ön sevişmeden ileriye gidemez hale geldik.
Başladığım cümleden devam etmek isterim. Atı alan Üsküdar’ı ha geçti ha geçecek. Herkes bir yan sıradaki arkadaşından kopya çekmek için hazırda bekliyor. Herkes bir diğerine bakıyor ne tepki verecek diye. Tepki verenler bir kesim tarafından taşlanıyor, tepki vermeyenler kesimin diğer yarısı tarafından atılıyor sokağın en ortasına. Her bir kesim dişlerini çıkarmış, dişine göre bir kurban arıyor adeta. Hiç kimsenin bir diğerine tahammülü kalmaması bir tarafa yaşadığımız her şeyin tek sorumlusu karşısındaki gibi davranıyor.
Başı açık kadının türbanlıya, kapalı kadının açık olan hemcinsine milim tahammülü yok. Biri diğerini Arap ülkesine öbürü batı ülkelerine kovuveriyor bir anda. Dilimize pelesenk olmuş adeta ‘madem böylesin bilmem şuraya defol git’ cümlesi. Ülke üzerimize zimmetli gibi, tapusu babamızdan kalmış gibi def ediyoruz bize benzemeyen diğerini.
Biz bize benzeyen diğer sınıfdaşımız ile uğraşaduralım. Madem zevk alıyoruz birbirimizi yiyelim gitsin. Biz, bizim gibi aynı şartlarda yaşayan, aynı şartlarda çalışan, nefesi göğsünü döve döve ay sonunu kıt kanaat getiren ama farklı fikirde olan yan komşumuza sövelim gitsin. Biz burada tepişeduralım ‘sen busun, sen şusun, sen böylesin, sen şöylesin’ diye. En ufak bir şeyde ay sonunu kıt kanaat getiren diğer arkadaşımıza en bedinden dualar edelim ’elin kırılsın, senin gibiler yüzünden’ diye. Yeter mi yetmez elbet. Diğerimiz depremlerden sorumlu tutsun kendisi gibi gecekondu mahallesinde yaşayan ama kendisine benzemeyen kadınları.
Tüm ülke bok çukuruna sürüklenirken her kişi bir diğer kişiye ağza alınmayacak cümlelerle beyninin yetebildiği kadar aşağılasın, hakaret etsin, küfür etsin, ülkenin tüm boktan halini karşı tarafa yüklesin gitsin.
Gitsin a dostlar, madem biz buna layık görüyoruz kendimizi böyle gitsin. Madem devranın böyle döneceğine iknayız herkes kendi fikrine yakın düşünen zenginlerin, siyasetçilerin evinin önüne bir kap su birazcık da mama bıraksın öyle gitsin. Hepimiz kendi fikrimizle örtüşen partilerin totosunun altını dolduruverelim nasırlı ellerimizle. Onlar koltuklarından kalkmakta zorlanırken temizleyelim, onlar için evimizin bahçesine ulu orta döktüğümüz kumun etrafını. Bizler bir tarafta reis diye bağıralım bir tarafın kılı olmaya ikna olanlar, diğer taraftan “ekmek için Ekmeleddin” diyenler zorlasın kapının diğer tarafını. Allah benden alsın reise versin diyenlerle yola devam edelim. Yolun karşısında “Türkiye’ye güvence Muharrem İnce” diyenler devralsın bayrağı. En olmazsa olmazımız Zafer Partisi düşsün gündemin tam göbeğine. Vatan, millet, bayrak deyip çekiştirsin olmayan eteklerimizden.
Biz kucağımıza düşen ateşle olmayan eteklerimizden yanaduralım bir taraftan, diğer taraftan koltuklarından kalkmakta zorlanan siyasetçilerin tutuşan eteklerine su taşımaya devam edelim. Biz burada yana duralım a dostlar. Biz burada kimden çıt çıkacak da sesine ses vereceğiz diye bekleyeduralım atı alan Üskadar’ı geçmedi ama ha geçti ha geçecek.
Üsküdar'dan tarih yazacağımız günlere
Tam da yazının başında yazdığım konuyu bu haftanın başlarında yaşadık. Manifest müzik grubunun geçen hafta gerçekleştirdiği bir konser sonrası hakkında soruşturma açıldı. Altı genç kadından oluşan grup sahnede sergiledikleri dans sonrası haklarında açılan soruşturmadan sonra ifadelerini verip adliyeden ayrıldılar fakat yurt dışı yasağını ceplerine alarak.
Bu soruşturma sonrasında hiçbir konuda birleşemeyen toplum yine geri dönüşüm atıkları gibi birçok parçaya bölündük. Bu bölünmelerin içinde iki tanesi çok ilgimi çekti. Birisi gazeteci Sevda Türksevi’nin grup hakkında yaptığı yorumdu. Grubun sahnede sergiledikleri dans için kurduğu cümleleri sayfanın minik bir kısmına iliştirmeyi kendime yediremediğim için ikinci etkileyen kişiyi yazmak isterim: içerik üreticisi Nesibe Yıldırım.
Sevgili Nesibe Yıldırım grubun linç edilmesi ile ilgili çok güzel bir video çekmiş. Bunca ahlaksızlık varken her konunun dönüp dolaşıp kadının kıyafetlerine gelmesinden bahsediyor. Videosunda kadın cinayetleri, çocuk tacizlerine dikkat çekerken her sorunun kadının kıyafeti üzerinden değerlendirilmesinin yanlışlığını anlatmak bir tarafa, yoksulluğu ve sistemin boşluğunu dile getirmekten de geri durmuyor. Bu ikisi arasında olan farksa Sevda Türksevi bir kesimin kabul ettiği ve medeni diye nitelendirdiği saçı açık bir kadın. Sevgili Nesibe Yıldırım ise kafamız atınca ülkeden kovmaya cüretini kendimizde gördüğümüz tesettürlü bir kadın.
Nesibe Yıldırım’ın bu videosunu izleyince kendi bakışımda bile eksik gördüğüm yerleri papatyalar ile doldurdum. Umutsuzluğumu bıraktım bahçe kapısının en uzağına. Zaman zaman kendimin bile düştüğü çukurdan kendi elimden tutup çıkardım. Yeniden yeşerdim, yeniden güneşe döndüm yüzümü. Bir kez daha tekrarladım kendime bugün ar, edep, namus diye çığırtkanlık yapanların yarın ülkeye, bahsettikleri şey gelince kaçacak yerlerinin, bankada paralarının, sayısız evleri olduğunu. Bir kez daha üstünden geçtim, yaşadıklarımızın cinsiyet değil zihniyet ve sınıfsal bir mesele olduğunun.
Yavaş yavaş ısıtılan suda bekleyen kurbağa gibi beklediğimiz bu günlerde, umudun zerresine muhtaç kaldığımız ve arayacak mum bile bulamadığımız bu günlerde unuttuğumuz yerden bize tekrar hatırlatan Sevgili Nesibe’ye sevgiler. Bin umutla, Üsküdar’a yaklaşan atın bitiş çizgisine varmadan ayağının altında çiğneme ihtimaline sarıldım ve oradan sesleniyorum. Umut biz var oldukça hep var. Daha umutlu yazılarda, hayallerin gerçekleştiği yazılarda buluşma umudu ile…