Son zamanlarda hepimiz ne çok kullandık bu hashtag’i: #yalnızdeğildir. Peki yazdığımıza tüm kalbimizle inandık mı? Yalnız bırakmadığımıza, yalnız hissettirmediğimize? Hiç susmayan vicdanım ve ben maalesef içten içe biliyorduk ki herkes başına ne geldiyse gerçekte yalnız, bundan sonra da öyle olacak.

Uğradığı haksızlıkta, ettiği isyanda, kayıplarında, çalınan düşlerinde, özlemlerinde, uykusuzluğunda, kaybettiği sağlığıyla, perişan durumdaki sevdikleriyle, yalnız…
Yalnızlık, her ne kadar kimsenin bulunmaması hali olarak tanımlansa da bugün bahsettiğim, olaylardan haberdar, azımsanamayacak sayıda duyarlı insandan oluşan bir kitlenin varlığını sosyal medyada da olsa kanıtlama çabası. Atılan tweet sayısına bakılarak alınmıyor kararlar, gencecik insanların hayatları kararırken toplumsal huzur hiçe sayılıyor. Alışmayacağız, olanları normalleştirmeyeceğiz diye direnmek zorunda bırakılıyoruz. Sonunda bir “pardon!” ne kadar su serpebilir içimize? Yitirilen insanlık, salınan korkunun pençesinde.

Daniel Kahneman, ‘Hızlı ve Yavaş Düşünme’ adlı kitabının ‘Kötü Olaylar’ bölümünde negatifliğin hakimiyeti üzerine yapılmış bir araştırmadan söz ediyor. Araştırmada iki şekil kullanılmış. İlki dehşete kapılmış birinin büyümüş gözleri, diğeri ise gülümsemeyle yükselen yanakların daralttığı, mutluluğu ifade eden gözler. Bu iki resim, bir beyin tarayıcının içinde yatan insanlara, her biri saniyenin yüzde ikisinden az bir süre boyunca gösteriliyor. Beyin görüntüleri, bakan kişinin tanımadığı tehditkâr bir resme amigdalanın verdiği yoğun tepkiyi gösteriyor. Bazı araştırmalar, mutlu yüzler kalabalığından öfkeli bir yüzün öne çıkıverdiğini, ama öfkeli bir kalabalıkta tek bir mutlu yüzün bile ön plana çıkmadığını bildirmişlerdir. Çünkü beynimizde kötü habere öncelik vermek için tasarlanmış bir mekanizma var. Aynı kapsamda, kazançlara ulaşmaktan çok kayıpları önlemek için mücadele ediyoruz.

Kayıpları önleme konusunda sanırım pek çoğumuz kafa salladık. Ölçülü bir mutsuzluğa razıyız. Daha fazlasını istemiyoruz. Mutlu olsak nasıl olur diye sorgulamak aklımıza gelmiyor. Unutturulmuş yeteneklerimiz var, hayallerimiz, gücümüz. Her günümüz bir öncekine benzemeye başladıkça içinden çıkamadığımız bir kısır döngünün ortasında buluyoruz kendimizi. Beklentilerimiz azalıyor. Hatta hiç beklentimiz olmasa daha huzurluyuz yanılgısına ister istemez kapılıyoruz.

“İçimden hiçbir şey gelmiyor,” diyen tanıdıklarım artıyor günbegün. Yalnızlığın yeni bir boyutuna taşınır gibi. Yalnız değilsin demek gelip geçiyor içimden. Susuyorum. Bu sözün hakkını verebilecek miyim? Öyleyse nasıl? Öncelikle her birimizin kendini hatırlaması gerek. Başkalarından, başka durum ve olaylardan bağımsız olarak hatırlaması. Bir de etkisini küçümsememesi, gayrete inanması. Bazen emeklerimizin sonucunu beklediğimiz şekilde ve hızda göremiyoruz diye küsmeden devam etmeyi başarmanın öneminden bahsediyorum.

Artık hiç şaşırmayız desek de hala şaşırdıklarımız bizi ayakta tutan. Her sorunun mutlaka çözümü var. Yeter ki konfor alanlarımızdan çıkabilelim. Yazımın başında, “yalnız değildir” diye hashtag konusu yaptığımızı söylediğim insanlar, bunu başarabilenler. Yani konfor alanlarından çıktıkları için hikayesi olan hayatlar. Gelişimlerin yaşanması daima çekilen sıkıntılarla oldu. Dünyada da ülkemizde de böyle.

Yazdığım son paragrafı okurken anımsadım. Hani çocukken derdi ya büyüklerimiz: “Ne yani, o pencereden atlasa sen de mi atlayacaksın!”. Bir arkadaşımızla yaramazlık yapıp onları kızdırırdık, onlar da arkasından hemen bu cümleyi yapıştırırdı. Benim cevabım hep aynıydı: “Evet.” Çok net ve keskin bir ‘evet’ çıkardı ağzımdan. Tabii temelli sinirlenirlerdi. Doğruluğuna inandığım şeyi savunmaya devam ettiğim için pes eder, bir noktadan sonra üzerime gelmezlerdi. Aramızdaki sınır böylece korunurdu. Bugün de ihtiyacımız olan aynı cesaret değil mi?

Haftayı farkındalıkla bitirenlerin yola devam enerjisi eksilmesin. Yolculuğumuz umutla sürecek. Kimin yanında duracaksak durmaya, sözümüzü sakınmadan söylemeye, kendi hikayemizi yazmaya devam edeceğiz. Her şeye rağmen, yalnız olmadığımızı bilmeye ihtiyacımız var.