Cuma gününün getirdiği huzurdan sanırım farklı bir sabaha uyandım bugün. Zaten başka da huzur verecek bir şey yok maazallah.

Cuma gününün getirdiği huzurdan sanırım farklı bir sabaha uyandım bugün. Zaten başka da huzur verecek bir şey yok maazallah. Sanırım hepimiz açtık elimizi semaya kazasız belasız, günü ve haftayı bitirmek üzere istekler gönderiyoruz hep bir ağızdan. Biz gönderiyoruz da fazla dilek trafiğinden olsa gerek yine takıldık hayatın kırmızı ışığına bekliyoruz.

Diye başladığım köşe yazıma pazar akşamı devam ediyorum. Çünkü yaşam dinlenecek kadar bile nefes arası bırakmıyor bizlere. Cuma günü ile Pazar günü arasında çok zaman olmasa da çok şey yaşadık. Gazeteci Fatih Altaylı tutuklandı, yeni yaratılan medyada gündüz kuşağı adı altında yayınlanan programlardan birine katılıp toplum zorbalığı ve sosyal medya linçleri yüzünden Anoreksiya hastalığına yakalanan Nihal Candan 30 yaşında bu hayata veda etti. Üniversite sınavına giren bir genç kız günlerdir kıyafeti yüzünden sosyal medyada linç yedi ve linç yemeye devam ediyor.

Bunlar sosyal medyada yer alacak kadar çok okunanlar. Bizlerin duymadığı kaç cinayet yaşandı bilmiyoruz. Kaç kadın öldürüldü, kaç çocuğun hayatı daha başlamadan bitti bilmiyoruz maalesef. Biz kendi gündemimizde hayatta kalma mücadelesi verirken ne yasalar geçti, nereden nereye düştük, hangi uçurumun kenarında rölantiye aldık bekliyoruz bilmiyoruz.

Pazar günü sabahın erken saatlerinde kendi iradesiyle otobüs durağına gitmemiş adeta yaka paça atılmış gibi herkes. Haftasonu olduğu için mi yoksa hep böyle miyiz, kestiremiyorum. Eteğinin köşesini düzelten Selma Abla yan tarafta zararsız duran Fikret Ağabeyi bıçak gibi keskin gözleriyle hafif yaralamış olabilir. Yataktan kalktığı gibi durağa gelmiş ve boş bir alana bakar gibi eteğe takılan gözlerini fark etmeyen Fikret Ağabey, ah be Fikret Ağabey. Gözlerini ışık hızıyla başka bir tarafa çevirdi. Otobüs duraklarının farklı bir yanı vardır, herkes bir birine çok yabancı ama bir o kadar da yakın ve kendindendir.

Mahalle bakkalları, otobüs durakları, pazar yerleri, toplu taşıma araçları, düğün yerleri, yas evleri diye liste uzayıp gidiyor. Sokakta yürürken yüksek gerilim hattından geçiyor gibi hissediyor insan kendini. Merhaba diyene kafa atacak, trafikte yol vermeyene bıçak çekecek kadar pervasız bir dönemin eteğine tutulduk gidiyoruz. Yaşanacak en ufak bir şeyde kurtuluş savaşında düşmana saldırır gibi saldıran bizlerin uzun zamandır ‘pardon, kusura bakma, özür dilerim, yanlışlıkla oldu, yanlış anladım, sorun yok’ gibi kelimeleri hayatımızda hiç duymamış gibi beynimizin derin dehlizlerine gömdüğümüzü düşünür oldum.

Bu kadar ekonomik kriz, işsizlik, gelecek kaygısı, biriken kredi borçları gibi birçok alandan hayatın hücre odalarına kapatılan canım bizler bir tarafa, oy verip seçtiğimiz partilerin durumları başka tarafa düştü yine. Hani soran olursa yuvarlanarak gidiyoruz efenim.

Ülkem gibiyim girip çıkacak kapı bulamayıp yönümü değiştiriyorum. Oy verdiğimiz vekiller demişken: Sizlerde görmüşsünüzdür mutlaka, TBMM' den bir video düştü sosyal medyaya. Öz irademizle kendi elimizle oy verip seçtiğimiz vekiller yeni çıkan torba yasada yer alan zeytinlik alanların talan edilmesine karşı bir birine girmiş ve arbede yaşanmış. İktidar tarafı için hiç diyecek cümle kalmadı diye yazsam da açtığım parantezin içini kendiniz doldurun lütfen, hiç öyle söylenecekleri yazacak kadar yürek falan yemedim efenim. Minik bir uyarı parantezin içini kendi içinizden minik ve sessiz harflerle doldurun çünkü malum, yerin kulağı var.

Arbede diye kolayca yazıldığına bakmayın lütfen, hani milletin olan vekiller, hani milletin seçtiği vekiller kaç yıldır tartışılan zeytin ağaçlarının kesilmesi konusuna yıllardır farklı bir formül geliştirememiş, örgütlenmemiş ve yasa geçtikten sonra iktidar vekilleriyle birbirine girmiş avukatlar tartaklanmış, zeytin ağacına onca yıl emek veren köylüler sinir krizi geçirmiş. Hani konu sanki dün gündeme gelmiş ve bugün hızlıca karar alınmış gibi canım muhalefet parti vekilleri yasayı geçirenlerle karşı karşıya gelmişler.

Madem iktidara gözünün üstünde kaş var diyemiyoruz, ne yapacağız diye düşünmeden edemiyor insan. Maalesef ki yaşadığımız bu günlere öyle saman altından su yürüterek falan gelinmedi. Bu günlere megafon ile bağırıla çağırıla geldik. Muhalefet partilerinin izinden, iktidarın yolundan adım adım sürüklendik. Bugünün temel taşları yıllar öncesinden büyük bir incelikle işlenerek itinayla döşendi. Bunlar olurken muhalefet partileri ne yapıyordu konusuna girersek yeni bir çıkmaz sokağa düşeceğim için sokağın sonunda rotayı çevirdim bilinmezlik caddesine.

Şimdi sizlere buradan uzun uzun torba yasasını, içinde bulunan maddeleri, zeytinliklerin rant uğruna ya da farklı amaçlarla talan edileceğini ya da zeytin ağacının tarihçesini falan yazacakken vazgeçtim. Çünkü yazmak istemiyorum gerçekten. Ortalama yedi yıl gibi bir sürede meyve vermeye başlayan zeytin ağaçlarının onca yıl ne kadar emekle ve sabırla büyüdüğünü yazmak istemiyorum.

Ben aslında ağaçlara bile kıyılan bir ülkede yazacak ve söyleyecek bir cümle bulamıyorum artık. Ben aslında içime sinmeyen bu yazıyı yazmak ve paylaşmak istemiyorum. Ben aslında berbat kelimelerle cümleleştirdiğim ve bir metin haline getirdiğim bu metni de paylaşmak istemiyorum. Ben aslında bana nefes almaya bile fırsat vermeyen bu toplumda, okumaktan aciz, her denene inanan, kendi çıkarı için her şeyi yapacak kişiler için ardımda bırakacağım herhangi bir metin kalsın da istemiyorum.

Siyasetin kirli ellerine düştük can çekişiyoruz adeta. Hepsi bir uzvumuzu tuttu kopardı. Benim payıma da bu düştü. Daha umutlu yarılanlara bugünden sarıldım, daha güzel günlerde buluşmak umudu ile.