Hiçbir şey yazamıyorsan kendini yaz diye bir söz vardı. Yoktuysa bile artık var. Ülkenin siyasi gündeminden, kasvetli havasından bunalıp ani bir kararla çocukluğumun geçtiği kasabaya gitmeye karar verdim.
Nasıl hissettiğimi anlayamadığımdan yazıya dökmek için yazımın bu kısmını gecenin bir yarısı, otobüsün mola verdiği terminalde yazıyorum. Karşımda otobüsün yıkanan camları, aklımda çocukluğumun anıları var.
Duygusal açıdan karmaşık bir yolculuk oluyor benim için. Sanki geride kalan 10-15 yıl hiç yaşanmamış da, kafamı okuluma gittiğim dolmuşun camına yaslamışım gibi. Sanki şimdi gitsem top oynadığım sokağa, arkadaşlarım hadi be Eren; altı üstü bir su içecektin, kaç dakikadır neredesin diyecekmiş gibi. Annem yine akşam ezanında mahalleye doğru bağıracak ama ben yine onu dinlemeyip oynadığım maça devam edecekmişim gibi. Sanki insanların, sokakların, her şeyin rengi solmamış da ben renk körüymüşüm gibi…
Böyle hissettirdi işte yolculuk. Babam aldı beni otogardan. Büyük Eren sarıldı, “özlemişim” diyerek. Çocuk Eren yine içinden bağırdı, “neden gitmeme sebep oldun, ya da neden daha fazla yanımda olmadın.” Olsun, iki Eren de oldukça orta yolcu. Bu çelişkiler problem değilmiş gibi birbirlerinin yüzüne gülüp kriz anlarında birbirlerini yiyebiliyor. İkisi de birbirini suçluyor her zamanki gibi.
Büyük Eren’i babamın yanında bırakıp mahalleme geldim. Solan renkleri tekrar canlandırmaya, eskiden daha hevesli öten kuşları, “hadi be eskisi gibi ötsenize” diyerek gazlamaya, biraz da anıları hatırlamaya çalıştım. 10 yıl boyunca yaşadığım küçük yeşil gecekondunun önüne park ettim arabayı. Bir amca kapının önündeki uzayan çalıları topluyor. Yanına gidip selam verdim. Evin 8 yıl önceki sahipleri olduğumuzu söyleyip evin içini gezmek için izin istedim. Sağ olsun izin verdi. Evin içi gözüme bomboş görünüyordu ama zihnimde, eski eşyalarımız aynı yerlerindeydi. Hepsi tekrar gözümün önünde geldi. Anılarım, gülmelerim, ağlamalarım…
Sonra birden kapı açıldı. Kısa kıvırcık saçlı, sarışın bir erkek çocuğu sırtındaki çantayı attı orta yere. “Anneanne ben top oynayacağım” diyip koşturarak gitti. Peşinden koştum. Onu kovaladığımı sanmış olacak ki yokuş aşağı koşmaya devam etti çocuk. Evet, onu kovalıyordum, uzunca bir süre de kovalayacağım gibi. Çocuğu tam yakalayacakken arkasından bir kadın seslendi, “Eren sen misin?”
Çocukluk arkadaşlarımdan biri olan Fatih’in annesiydi seslenen. Sekiz sene sonra tanıdığına göre çok değişmemişim diye düşündüm. Ne kadar da özlemişim 2013’lerin mahalle sohbetlerini.
+Annen, anneannen nasıl, okul nasıl gidiyor?
-İyiler abla çok sağ ol, mezun olacağım inşallah.
+Maşallah, maşallah. Sen çocukken de zekiydin. Hangi bölümü okuyorsun?
-Radyo, Televizyon ve Sinema okuyorum abla.
+Olsun…
Çaldım herkesin kapısını. Hepsi camdan bakınca önce sorgulayıp sonra aynı cümleyi kurdu, “Seni bir yerden çıkaracağım.” Çıkarın ne olur. Ben kendi başıma çıkmayı beceremiyorum diye bağırdı babamın yarında bıraktığımı sandığım büyük Eren. Neyse ki duymuyorlardı, herkes gibi.
Mutlu olmadım desem yalan olur. Her kapısını çaldığım büyük bir sevgiyle açtı kapıyı. Her zamanki gibi kıskandım küçüklüğümü. Eminim o da içerilerden, “ Şimdiye kadar sevilme oranım %100. Sende böyle bir oran olacağını hiç sanmıyorum” diyordur, nispet yapar gibi. Küçük p*ç. Öğretmenlerin haklı, çok ukalasın.
Bazen bugün yaptığım gibi geçmişe dönmek istiyor insan. Gerçi ben sık sık bu duyguya kapılıyorum. Sıkıldığım rutinimden kaçıp geçmişimdeki rutinimi yaşayacağım bu hafta. Eşek kadar olan ben, çocukluğumun gölgesine sığınacağım. Bir hafta boyunca tavâf edeceğim top oynadığım sokakları. Henüz kentsel dönüşüm bu kasabayı vurmadığı için sokaklar hiç değişmemiş. Ama ruhsal dönüşüm çocuk Eren’in geleceğe dair olan saf umutlarına sağlamından vurdu. En son yıllar önce gördüğüm insanlar hiç değişmemiş. Bu durum ayrıca mutlu etti beni. Ama beşer şaşar. Yarın yıllar geçse de asla değişmeyecek insanları ziyaret edeceğim. Buradaki 1haftalık süremde bana en iyi gelecek şeyin bu olacağına eminim. Anlamlı bir sessizlik, bolca iç, biraz gözyaşı dökme ve birkaç tavsiye isteme… Yenilenip çıkacağım o mermer ormanından. Umarım yani. Çünkü beşer şaşar ama onlar şaşmaz…