“Şunu fark ettim ki insanların duyguları çok çabuk değişiyor.”
Bir buçuk sene önce yazmaya başladığım günlüğümsü defterdeki ilk cümle. Öyle inanılmaz bir tespit olmadığının farkındayım. Belki doğru bir tespit bile değil ama cümleyi ilk yazdığım anı hatırlıyorum.
Bir gencin ya en mutlu olabileceği ya da en mutsuz olabileceği gibi uç senaryoları barındıran “ilk aşk” zamanı. O ilk cümleyi en azından kendi üzerimde test etmek için bu köşeyi kullanmak istedim ne de olsa benim köşem. Şu anki duygularımla dikkatimi çeken cümlelerimi eleştirmek de isterim, tabi bütün defteri buraya aktaramam.
Grok’a soruşturma açılan ülkemde masum ve yalnızca bir aşktan muzdarip olan defterime halkı umutsuzluğa ve üzüntüye sevk etmekten soruşturma açılabilir. Gerçi bunun için benim defterime gerek yok, ülkemiz bu görevi layıkıyla yerine getiriyor ama ne yapalım ne de olsa bizim ülkemiz.
“Bir duygu yaşandığı anda dışa vurulmalı, çünkü zaman kendisi dışında hiçbir şeyi ayakta bırakmayacak şekilde ezip geçiyor…”
Tam arkasındaki sayfanın ilk cümlesi, birine anlatamadığı şeyleri yazmak iyi gelmiş olacak ki böyle iddialı cümleler yazmış minik âşık.
Cümlemin ilk kısmına hala katılıyorum ve ne zaman değişir ya da değişir mi merakla bekliyorum ama ikinci kısmı benim için henüz geçerli değil. Çünkü zaman yaşanmış bir şeyi yaşanmamış yapamıyormuş. Belki de zamanın görevi bu değildir, belki de her şeyin ilacı olmak istemiyordur. Belki de tıpkı bir aşı gibi bize hayatımızın bazı dönemlerinde bir virüs gibi olan duyguları verip bu duygulara bağışıklık kazanmamız için vardır. Aslında derdi her şeyi yıkıp geçmek değil, onlarla birlikte yaşayabilmemizi sağlamaktır.
“... ama canımızı sıkan şeyler hep anormal olan şeyler değil, bazen bazı normaller de oldukça can sıkabiliyor.”
Demiş minik ben, yine bir filozof edasıyla. O zamanlar bu cümleleri imkânsız aşkım için kurduğumu düşününce hayret ediyorum. Şu anki yaşantımın beraberinde getirdiği duygularımla okuyunca bu cümleler umutsuz bir âşık tarafından yazılmış gibi değil de sanki ülkesi için umutsuz bir genç tarafından yazılmış gibi geliyor. Böylelikle -en azından kendi açımdan- defterin ilk cümlesi hala geçerliliğini koruyor.
Milletçe duygularımız umutsuz bir aşığın duyguları gibi çok sık değişiyor. Bazen aşırı umutsuz oluyoruz sonraki gün bir milli maç oluyor dünyanın en iyi ülkesiymiş gibi oluyoruz, evimizin anahtarlarını kapının üstünde bıraktığımız günlere dönüyoruz birkaç saatliğine. Belki de ülkece yaşadığımız duyguları anında dışa vurmadığımız için bahsettiğimiz ‘zaman’ bütün duygularımızı, birikmişliğimizi, potansiyel tepkimizi ayakta bırakmayacak şekilde ezip geçiyor. Belki de biz tepkisiz kaldık diye o malum zamanın ezip geçtiği duygular, olaylar, trajediler anormal olmaktan çıkıp normale dönüyor bizim için...
Bir buçuk yıl sonra kendimi dinleyip eleştirebildim, bir buçuk yıl önce umutsuz bir âşıktım bir buçuk yıl sonra umutsuz bir genç...
Ne kadar da haklıymış Edip Abi:
“Gülemiyorsun ya gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir.
Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi... "