Altı gün boyunca iple çektiğimiz hafta sonunun bitişine hoşça kal deyip, yeni haftanın hızlı başlangıcına merhaba diyerek başlayayım saçmalıklardan derleme yapacağım yeni köşeme.

Köşe deyince sizin için ne anlam ifade eder bilmemekle birlikte, benim için: Güzin ablamsı gibi bir şey aslında. Hem bana ayrılan bir alan ve içimden geçen her şeyi yazabilirim hem de arkadan, ‘hadi yazsana, yaz yaz da görelim. Hadi bakalım sıkıyorsa yaz, sen de o kadar yürek varsa yaz…’ diye kulak tırmalayan bir iç ses…

İç sesin bazı kısımlarını +18 olduğu için ve sansüre de karşı olduğum için yazmayacağım elbette ama sizler tüm +18 iç ses cümlelerini içinizden sıralayabilirsiniz. Aman sakın ha dışınıza taşırmayın yerin kulağı, buraların bir sahibi var efenim.

Demokrasi ve özgürlükler diyarından özgür olmanın iç huzursuzluğu ile yine neyi kırpsam ve nereden konuyu nereye bağlasam, ya da nasıl bir giriş yapsam diye düşünürken kendimin bile yazdıklarımın benim olduğuna inanamadığı dokuzu doğurup, on dokuza gebe kalıp köşeye bir türlü başlayamadığım yeni bir gün.

Hani hepimizin çocukluğundan beri ananelerden dinlediği bir cümle vardır. Sağ kolumuzda sağ melek güzellikler fısıldar ve yaptığımız güzellikleri yazar, solumuzda başka bir melek bize kötülükleri fısıldar ve yaptığımız kötülükleri yazar. Her hafta bahsedilen o hikâyeyi yaşıyor gibiyim. Sanırım bir farkla sağım solum birleşmiş, kötülükleri fısıldayan melek bile gördükleri kötülükler karşısında nedamet getirip ‘ben bu kadarını hiç söylemedim, aklımdan bile geçirmedim’ der gibi, şeytan taşlar gibi dört dönüyor bedenimin etrafında.

Uzun bir süredir kültür sanat anlamında (şaka şaka sadece kültür sanat değil her alanda) kendimizi açık cezaevinde gün sayıyormuşuz gibi hissetsek de, yeni duyduğumuz haberlerle gün yüzüne, yüzümüzü sürdük. Hangi yüz olduğunu okuyucuya bırakıp ufacık bir örnekle pencerenin perdesini aralamak isterim. Bakmayın böyle, metaforla ya da iki afili cümleyle yazdığıma efenim yarın olur da ‘bunu yazmışsın’ deyip şafak operasyonu ile alınırsak kurmaca deyip kıvırabilme ihtimaline fal açıyorum sadece.

İğneden ipliğe kadar özgürlüğünü yaşadığımız ve tadını çıkardığımız muhteşem yılların yaşattığı huzurun kucağına bırakıyorum kendimi. Ayyy efenim kucak deyince buradan da başka bir şey anlaşılsın istemeyiz elbet. Kendimizi bırakabildiğimiz tek yer şu tarlaların, arsaların sahibinin izin verdiği ölçüde ve sınırda huzur, ona da sadece mezarda erişebilecek gibi görünüyoruz. Kucak deyince bi heyecanlandınız değil mi? İçiniz fesat efenim. Hiç kusura bakmayın olur da buralardan başımıza olmadık bir şey gelecek olursa okuyanın takdiri deyip yakıveririm gemileri, kimse kendisini sütten çıkmış ak kaşık görmesin efenim.

Sütün içinde bulunan kara kaşıklar olarak kaldığımız yerden başımız belaya girmeyecek şekilde meramımızı anlatabilirsek bizden daha güzeli yok. Hani öyle üzümle, meyve suyu ya da sakızla oluşan güzellik falan değil elbet. Ne güzel bir şeydir başına bir şey gelmeyeceğinden emin olarak düşüncelerini kâğıda, hissettiklerini dansa, hayallerini sahneye, yaşanmışlıklarını bir notaya dökebilmek. Bu paragrafta yazdıklarımı kazandığımız hakları kaybetmiş bir halk olarak, kaybettiklerimizi tekrar kazanılacaklar listesine gülerek ekleyebiliriz. Halay başı mendilini eğitim ve sağlık da kaybettiklerimize bırakarak kaldığımız yerden sayıklamaya devam edelim.

Hani eğitimden, sağlığa, ulaşımdan, varlığa diye sıralayabileceğimiz her alanda, her konu da dönüp dolaşıp aynı noktaya vardığımız bir labirentin içinde olduğumuz, dört duvar arasında olanlara neredeyse özenerek baktığımız tuhaf dönemlerin Nirvana’sını yaşıyoruz adeta.

Kirlenen gözlüklerimizi, yağmur damlalarının pislettiği camlarımızı silmeye bile yeltenmiyoruz artık. Ne kadar temiz bir çerçeveden bakarsak bakalım komşu bahçemizde çiçekler karşılamıyor günümüzü. Komşu bahçenin yamalı duvarlarından yağmur damlaları sızıyor evimizin salonlarına. Birimizin diğerine verecek yara bandı bile kalmamış, kanıyoruz en olmadık en umulmadık yerlerimizden. Ne akacak damımızı onaracak güç, ne de omuz at diyecek yaren bıraktılar çevremizde.

Aynı gemideyiz diye diye alt güverteden üst güvertede olanları en romantik halimizle izler ve beyin ölümü gerçekleşmiş gibi tepki veremez hale geldik. Asırlardır var olan ve bir türlü kabul görmeyen sınıf farkını gözümüzden sokup başka tarafımızdan çıkardılar da gık diyecek derman, düşene kalk diyecek umut bırakmadılar.

Aldılar efenim en temel ihtiyaçlarımızdan tut da, peştamallarımıza yama yaptığımız ufacık bir kumaş parçasına varana kadar aldılar. Ne iğne bıraktılar yamacımıza ne iğneyi tamamlayacak ip. Yeter mi yetmez elbet. Sanatı, sanatçıyı bile böldüler bilmem kaç bin parçaya da doymadılar. Bölündük ey en alt güvertede bulunan canım bizler, bizden olanlar. Eğitim ile bölündük, sağlık ile bölündük, yaşam ile bölündük, barış ile bölündük, savaş ile bölündük, giyim ile bölündük, yemek ile bölündük, sanat ile bölündük. Bayrak inmez, şehitler ölmez, vatan bölünmez diyenlerin naralarının eşliğinde bin bir parçaya bölündük.

Bölündük bölünmesine de, ‘sen bizi bir de birleşince gör’ diye azmadan edemiyor insan.

Böldürmeyiz dediklerimizi kullanarak, bizi sağlayarak, sinyal vermeden, firen yapmadan şoför koltuğunda olduğuna güvenerek gözü kapalı hız yapan ve koltuğuna rahatça yaslanan en üst güvertede olan ve yan koltuğunda oturanlara güvenenlere sürpriz, üst katta olmanız boğulacağınız gerçeğini değiştirmiyor.

Köşenin sonuna eklersem ne anlam ifade edeceğini düşünmeden, kimin yazdığına kafa yormadan, tarihini falan teyit etmeden, sona uygun olup olmadığını düşünmeden ve umurumda olmadan ne tarihini ne de kimin yazdığını dikkate almadan eski dönemlere ait birkaç hiciv ile kapatacağım. Özgürce danslar ettiğimiz, şarkılar söylediğimiz, yazılar yazdığımız, yaşadığımız, insanca yaşadığımız günleri görebilmek adına, hala sessiz kalan ama sınırı olan bizlere bin selam ve umutla…

‘Fikrimi sarsmadı şimdiye değin

Arsızca sözleri bilmem ne beyin

Bana çifte atan şaşkın eşeğin

Kendi çiftesiyle beli kırılır’

‘Edepsizlikte tekleriz

Kimi görsek etekleriz

Hak’tan ümit bekleriz

Ne utanmaz köpekleriz’

‘Zenginin faytonu dağlardan aşar

Züğürt düz ovada yolundan şaşar

Zenginin helvası bal ile pişer

Züğürt herlesine un da bulamaz’