Teknolojinin bu kadar gelişmesi beni bazen rahatlatırken genellikle canımı sıkıyor. Evet, her şeye kolayca erişiyoruz, bazı noktalarda yükümüzü azaltıyor. Çok da iyi oluyor ama elimizdeki cihazlar geliştikçe cüretkârlıkları bir o kadar artıyor bence.

Olmadık zamanlarda fotoğraf uygulamasından gelen o bildirim var ya… “Şu anı hatırlamak ister misiniz?” hayır istemem kardeşim, istesem açar bakarım herhalde! Geçenlerde yine o bildirimden geldi, bu sefer de İzmir’e taşındığımızda çekindiğimiz fotoğrafı önüme çıkarmayı tercih etti.

14 yaşındaydım İzmir’e taşındığımda. Annemden daha kısaydım (kızacak şimdi bana ama senin boyunu referans almak beni de çok üzüyor anacım). Şu yaşıma kadar çok sık duyduğum “şu şeyi bir atlat rahatlayacaksın” cümlesinden sonra taşınmıştık. Çok sonradan fark ettim (belki de ilerleyen yıllarda bu fark ettiğim şeyin yanlış olduğunu da fark edeceğim) insanın hayatı “şu şeyi bir atlat” cümleleri ile kuruluyormuş. Liseyi kazanıp İzmir’e taşın rahatlayacaksın, üniversiteye kapağı at ondan sonra düzlüğe varırsın… Şu an hayatımın “hele bir işe gir paranı kazan, artık rahatladın” bölümündeyim. Ama bu cümleleri ilk duymaya başladığım zamana göre önemli bir fark var. Bu işin “ölünce rahatlarız be abi” ye kadar gideceğini biliyorum artık.

Birkaç gün önce üniversite sınav sonuçları açıklandı. Yeni sıra arkadaşlarım, hayatlarının; şu sınavı atlat, üniversiteyi kazan rahatlarsın dönemine girdi. Yeni derslerin sıkıntısı, büyümenin getirdiği sorumluluk, muhtemelen geçim derdi, çok büyük ihtimalle gelecek ve kariyer kaygısı ile ne kadar rahatlayabilirseniz artık. Öğrenciliğin rahat olduğu, ucundan kıyısından bile olsa izlediğimiz dizilere benzediği günler geçeli çok oldu. O günleri yaşadığım için değil, ben de yaşayamadığım için çok oldu diyorum. Hep bu ülkenin balını kaymağını yediğini iddia ettiğim yakınlarımdan dinledim o günleri. Gerçekten de yenmiş o bal ve kaymak. Elbette zorluk çekilmiş, sonuçta ülkenin hali malum. Ama aldıkları burs ile tatile de gidilmiş stadyum konserlerine de. Yemekler de yenmiş yeni hobiler de edinilmiş. Kısaca, bir öğrencinin yaşaması gerektiği gibi yaşanmış.

Bu durumun karşısına, her sene övünerek açıklanan KYK bursu ile geçinmeye değil de hayatta kalmaya çalışan bizleri koyuyorum ve beyaz leblebimin yanına sert bir ayran koyup eriyen gençliğime üzülüyorum. Ülkemi, gençliğimi başka ülkelerin gençleri ile karşılaştırıp yüksekten uçmayayım, en azından bizi bizimle kıyaslayayım diyorum. Bu da bardağıma öncekinden daha sert bir ayran koymamla sonuçlanıyor.

Yine pembelerin pembesi umutlarımla “o kadar da değildir herkes anılarını abartmayı sever, bizimkiler de abartıyordur” diyorum. O müthiş teknolojiden yararlanıp, en basit problem olan bursları karşılaştırıyorum. Bile bile lades olup çıkıyorum işin içinden, pespembe umutlarım kapkaranlık bir umutsuzluğa dönüşüyor. Bakıyorum, 2002 yılında 45 TL olan KYK bursu ile 1.4 çeyrek altın alınabiliyormuş. 2005 yılında 110 TL ile 2.8 çeyrek altın. 2015 yılından sonra da düzenli şekilde düşmüş alınabilecek altın miktarı. Şu an ise 2000 TL olan burs ile 0.2 çeyrek altın alabiliyoruz. Altını da geçelim meşhur çay ve simit hesabıyla yaşamaya kalksak bile, bir ay geçinmemiz için verilen burs yirmi günde bitiyor; sadece çay ve simit yersek. Buna rağmen birileri de çıkıp dalga geçer gibi “biz geldiğimizde KYK bursu 45 liraydı, şimdi öğrencilerimize 2000 TL veriyoruz” diyor, ha bir de “bunlar öğrenci mi ya, bunlar olsa olsa teröristlerdir” var. Fakir olduk, terörist olduk da bir tek mutlu olamadık.

Bütün bunları düşünüp; nasıl geçineceğiz, geçinsek nasıl iş bulacağız, iş bulursak asgari ücretle nasıl hayatta kalacağız sorularının arasında boğulurken okulumuzu okuyalım. Diplomalarımızın bir değeri kalmamışken, apartmandan bozma üniversiteler yüzünden üniversiteye gitmenin anlamı günden güne yok olurken okuyalım.

Geçenlerde Alsancak’ta denk geldiğim, zamanında yurt dışında da çalışmış inşaat işçisi Serhat ağabey, “Okumayın yeğenim, okusan ne olacak en fazla alacağın asgari ücret. Ben bir haftada kazanıyorum onu” derken biz okulumuzu okuyalım. Yine aynı Serhat ağabey, “Ben yurt dışında yıllarca çalıştım, onlardan daha iyi yaşıyoruz biz Allah’a şükür. Evet, pahalılık var ama orda da sigara çok pahalı” deyip, ben Neşet Ertaş’ın meşhur, "Hanım tuz diyo, erkeğin yüreği cız diyo... Zavallı, garip, fakir fukaranın zaten canı burnunda, bi cuğara içecek” dediği videoyu izletince, Neşet Ertaş’a hak verip o videodaki ikinci kişinin her şeyi düzelteceğini, sadece biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu söylerken, biz diplomamızı alıp asgari ücretle yaşayalım, tabi yaşayabilirsek…