Kimseye kötü davranmamak, kötü sözler söylememek, başkasına ait olan bir şeyi izinsiz almamak, sende olup da başkasında olmayan bir şeyi (yiyecek, mal, para vb.) kimsenin gözüne sokmamak, başkaları hakkında gerçek olmayan şeyler söylememek, nazik ve saygılı olmak gibi daha pek çok değer var, henüz her birimiz birer çocukken ailelerimiz tarafından bizlere öğütlenmiş olan.

Bunlar, daha kısa bir şekilde: “kaba / nezaketsiz, açgözlü, yalancı” olmamak ya da “nazik / kibar, cömert, dürüst” olmak olarak da ifade edilebilir. Bizlerden, benimsememiz ve uygulamamız beklenen, beklendiği de bir şekilde ifade edilen söz konusu bu değerleri uygulamadığımızda ise sonuçları ile yüzleşmemiz gerekmektedir.

Geçmiş nesiller için bu yüzleşme kimi zaman sadece bir tokat veya biraz daha etkili olması bakımından kötek olabilirken kimi zaman da o yaşlarda mahrumiyetinden mutsuzluk duyacağımız bazı; hak, faaliyet, eylem veya zevklerimizin sınırlandırılması olmaktadır. Sevdiği bir çizgi filmi izleyememek, abur cubur yiyememek, arkadaşlarla top oynayamamak, ip atlayamamak ya da hafta sonu sokağa çıkamamak gibi bazı sınırlandırmalar, geçmişteki; kötü karar, seçim ve eylemlerimizi tekrarlamamamız açısından bize verilmiş bir uyarı niteliğindedir. Ayrıca bu uyarı, önemsemeyerek ihlal ettiğimiz sınırları ve göz ardı ettiğimiz değerleri hatırlatma görevi de görmektedir.

İnsanın bu yaşamda herhangi bir şeyi öğrenmesinin en iyi yolu, onu tüm sonuçlarıyla beraber kendisinin deneyimlemesidir. İlla ki hepimizin bunun için bireysel bir örneği olabilecektir. Ancak, en basmakalıp örneklerden bir tanesi elbette: Sıcak sobaya değen parmağımızın yanmasının bize verdiği acıdan öğrenmemiz ve yeniden canımız acımaması için, soba da dahil bir daha sıcak herhangi bir yüzeye dokunmamayı öğrenmemizdir.

Maalesef ki insan böyledir, her ne kadar pek çok konuda, öğrenmesinde kendisine yardımcı olacak, başkalarının; karar, seçim ve eylemlerinden ortaya çıkan dersler olsa da her insan kolay yoldan öğrenmeyi seçmemektedir. İşte bu yüzdendir, birçok insanın bu yaşamda karşısına çıkan tekrarlı ve birbirine benzer nitelikteki; konu, olay, durum ve kişiler.

Bu hayatı yaşarken; hayatı yaşamayı kolaylaştıracak, olası kötü sonuçlardan kaçınmayı ve de diğer insanlarla beraber huzurlu ve bir düzen içerisinde yaşamayı sağlayacak çeşitli kurallara ihtiyacımız vardır.

Hayatımızın ilk kurallarıyla, içine doğduğumuz ailede karşılaşırız. Bir dolabı veya çekmeceyi açmamak, birine vurmamak, tabağımızdaki yemeği bitirip israf etmemek, sofranın kurulmasına ve toplanmasına yardım etmek, ellerimizi yıkamak, odamızı temiz tutmak, eşyalarımıza iyi bakmak vb., aslında ardında çeşitli değerler barındıran birçok kural, en küçük yaştan itibaren bize aşılanmaya çalışılır. Biraz daha büyüdükçe, bunlara; ailemiz dışındaki insanlar ve dış dünyayla olan iletişim ve ilişkimizde dikkat etmemiz ve yerine getirmemiz gerekenler eklenir.

Okula başladığımız andan itibaren de artık sadece bir çocuk olarak değil hem bir insan hem de bir vatandaş olarak; milletimize, ülkemize, toprağımıza, diğer insanlara ve gezegenimize karşı yerine getirmemiz gereken ödevlerimizi ve bunun için uymamız gereken kuralları öğrenir hale geliriz. Yetişkinliğe doğru giden her bir adımda ise; ihlal edildiğinde basit bazı sosyal haklarımızın sınırlandırılmasından daha ağır sonuçları olabilecek, insanların bir arada yaşaması için gereken düzeni sağlayan ve artık adına “yasa” dediğimiz kuralların varlığını öğreniriz.

Şanslıyız ki insan türü olarak öğrenme becerisi oldukça yüksek bir canlıyızdır. En küçük yaşlarımızdan itibaren etrafımızda gördüklerimizi taklit ve tekrar ederek başladığımız bu öğrenme süreci; aileden aldıklarımız, okuldaki eğitim hayatımız ve toplumla olan ilişkilerimizden edindiklerimizle devam etmektedir. Ancak, tüm bu sürecin bana göre en önemli ayağı, ailede gerçekleşen kısımdır. Zira, kendisi de benzer süreçlerden geçmiş ebeveynlerin, kendi zamanlarındaki; teknolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerinden ortaya çıkan yeni bilgileri, kendi ebeveynlerinden öğrendikleriyle birleştirerek, çocuğun kapasitesi ve öğrenme türüne uygun olarak aktarması oldukça önemlidir.

Her bireyin kendine özgü bir öğrenme şekli olduğu farkındalığı ile gerçekleştirilecek bir bilgi akışı; çocuğun içinde bulunduğu yaşam, ortam, toplum ve kültüre uyumunu kolaylaştırır ve hızlandırır. Ancak, bu konuda özenle ele alınması gereken asıl konu: Ebeveynlerin, bildiği bilgileri aktarmaya ya da kimi zaman dayatmaya çalışmasından ziyade kendi davranışlarıyla örnek olmasının çocuklar için daha öğretici olduğudur. Ebeveynin kendi davranış ve söylemleri arasındaki tutarsızlık, bir çocuk tarafından kolaylıkla fark edilebilmektedir. Böyle bir durumda ise ebeveynin çocuğuna öğütlediği, benimsemesi ve yerine getirmesi beklenen tutum ve davranışların hiçbir önemi kalmamaktadır.

Hayatındaki ilk rol modelleri anne ve babaları olan çocuklar açısından, onlar tarafından; gerçekleştirilen eylemler, davranışlar, söylenen sözler ve savunulan fikir ve düşünceler oldukça önemlidir. Yapması veya yapmaması, söylemesi veya söylememesi gibi kendisinden beklenenler ile gerçekleşenler arasında bir uyumsuzluk, tutarsızlık olması durumunda ise çocuk, tercihini; gördükleri, duydukları ve hissettikleri, yani şahidi olduklarından yana kullanacaktır. Çünkü, insan dediğimiz canlı her ne kadar oldukça gelişmiş bir beyne ve geliştirilmeye açık bir zekaya sahip olsa ve bilinç denilen olgu, hem edinilen bilgiler hem de bireyin kendi deneyimlerinin üzerine şekillense de gözlem ve duyular yoluyla algıladıkları ve öğrendikleri de kişinin bilincinin gelişiminin önemli bir parçasıdır.

Bir çocuğun bilincinin gelişimini arzu eden, onun iyi ve benzer sıfatlarla nitelendirilecek bir insan olmasını dileyen, başta ebeveynler olmak üzere tüm toplum ve insanların, kendi eylemlerini, başkalarına da örnek olduğu bilinciyle seçmesi ve uygulaması gerekmektedir. Mevcut bir kurala uymamanın, aslında o anda onu ihlal etmekten ya da önemsememekten daha önemli olduğu ve zaman içerisinde toplumsal düzene, kendisinin ki de dahil tüm kişisel hak ve özgürlüklere verebileceği zararın büyük olabileceğinin farkında olunmalıdır.

Yaşamdaki tüm aşama ve süreçlerde, bireylere aktarılan tüm bilgiler ile bunların yaşamdaki uygulamaları neticesinde gelişen, kendinin ve dış dünyanın farkındalığı da olan bilinç, bireyin; bu yaşamda yalnız olmadığı, bir topluluğun parçası olduğu, tüm insanların sınırları ile hak ve özgürlüklerini gözeterek yaşamanın öneminin kavranmasını da sağlamaktadır. Bu bilinç, kişinin tüm eylemlerinde, hatta kendisi dışında başka hiç kimse için sonuçlar doğurmayacak; karar, seçim ve eylemlerinde dahi, ailesinden başlayarak kendisine aktarılmış olan hiçbir ahlaki ve etik değerden vazgeçmemesini sağlayacaktır. Yani bilinç; bir yaya olarak da bir sürücü olarak da kırmızı ışıkta geçmemek, toplu taşımada yüksek sesle konuşmamak, var olan bir sırada başkasının önüne geçmemek gibi pek çok basit ancak, toplumu bir arada tutan, düzeni sağlayan kuralları bilerek sakatlamamaktır.

Elindeki çöpü yere atan, trafikte sürekli öfkeli olan, küfür eden, kavgacı, başkaları hakkında dedikodu yapan, verdiği bir hizmet veya sattığı bir üründe hile yapan, komşularını rahatsız etmekten çekinmeyen ebeveynlerini; gören, duyan veya bunlara şahit olan bir çocuğun bilinç gelişimi ise olumsuz yönde gerçekleşmektedir. Bencilce duyguların şahidi olmuş, bunlarla beslenmiş, eksik gelişmiş, bilinçsiz bir bilincin sahibi olan çocuğun ya da bireyin, dalından düştüğü kökten daha iyi olması beklenemeyecektir. Bütün, ancak onu bir araya getiren parçalar kadar sağlamdır. Temel ahlaki ve evrensel kabul görmüş etik değerleri yok sayan bir toplum, sosyal olarak çökmeye mahkumdur. Sosyal çöküntünün ekonomik ve kültürel sonuçları olmayacağını düşünmek ise en iyi ihtimalle saflıktır.

Aynı; apartmanı, sokağı, mahalleyi, şehri, ülkeyi, evi, iş yerini, sahili, ormanı paylaşan insanlara ve dahi diğer canlılar ile doğaya, onların hak ve özgürlüklerine saygısı olmayan bireylerden oluşan toplumu bir arada tutan harç zamanla parçalanmaya başlar. Herkese eşit olan bir düzen içinde var olmayı ve yaşamayı başaramayan bir toplum, gerektiğinde, birlik içinde hareket etmeyi de maalesef başaramayacaktır.