Okuyanların yine daldan dala atladığımı düşüneceği fakat her konunun birbirinden çirkin bir o kadar önemli ve unutulmaması gerektiğine inandığım için kısa da olsa paylaşacağız bize düşen beyaz sayfanın satırlarını.
***Adalet sahibi aziz hünkarım
Ağlayı ağlayı göz de kalmadı
Adalet kafire hürmet fitneye
Müslüman olanda yüz de kalmadı
Aşık olan kalem almış yazıyor
Mümin olan öz canından beziyor
Fakir fukara da üryan geziyor
Baha yetirecek bez de kalmadı.
Giriş cümlesini okuyunca delirdiğimi düşünenleriniz için yazıya başlamadan not geçeyim. Kendi cümlelerimi bu kadar yüreklice tuşlara dökecek kadar aklımı peynir ekmekle yemedim efenim. Hani biz yazarız elbette yazmasına da fındık içini doldurmayacak gerekçelerle, durduk yere hiç tanımadığımız bir dört duvarla tanışıp, evimizin rutubetli duvarlarını özlemekte var işin sonunda.
Sanırım geçen haftaydı yine önce eşeği kaybettirip sonra buldurttular bize. Her defasında aynı senaryoları ezberleye ezberleye ülkecek oyuncu olup çıktık efenim. İğneada’da selde kızını ve damadını kaybeden Safiye Yaşa çok haklı bir gerekçeyle reddi hakim talebinde bulunması ve akabinde bir heyet üyesiyle tartışması sonrası adalet arayan anneye iki günlük disiplin hapsi verildi. 2023 yılından beri süren dava acılı annenin disiplin cezasına çarptırılması ile ancak dikkatleri üzerine çekebildi ve toplumun hatırı sayılır bir kesimi tarafından görüldü.
Ne acıdır ki özellikle son yıllarda, yaşananlar vahşet ve acımasızlık seviyesine göre toplum hafızasında belirli bir yer ediniyor ve gidişata göre olumlu bir şekilde sonuçlanıyor. Olumsuzdan olumlu çıkarmak için debeleniyoruz suyunu eksik ettiğimiz toprakların üstünde. Safiye Yaşa’nın disiplin cezası alması sosyal medyada o kadar fazla tepkiyle karşılaşınca sevgili adalet bakanımız devreye giriverdi bir anda. Hani ne kadar doğru olduğunu bilmemekle birlikte velev news ‘in haberine göre Bakan Tunç, Yaşa’dan konuyu dinleyip bir sıkıntı yaşarsa aramasını söylemiş. Adalet bakanı Safiye Yaşa’nın telefonu ile devreye girmiş.
‘Ne acıdır ki’ diye başladığım paragrafın ikinci kısmını da yine aynı cümle ile devam etmek zorunda kaldığım tüm sisteme sövgümle derin bir nefes alıyorum hani öyle vergisiz, algısız, sorgusuz. Kulağımda ’Başın öne eğilmesin aldırma gönül’ şarkısı son ses inletiyor henüz tanışmadığım dört duvarları.
Yargının bağımsız olduğunu temsil eden düğmesiz cübbelerin önü ellerle kapatılır hale gelmiş, adalet insanların elinde can çekişiyor adeta. Hani olur da evlat acısı ile birlikte kapı kapı gezmeye dermanınız varsa, ya da kaza bela devlet büyüklerinden birine denk gelir ve telefon alma şansınız olursa, vahşet ve acımasızlık seviyesine göre kamuoyunda, yaşayan ya da ölü bedeninizle yer edinebilirseniz belki bir ihtimal adalete bile kavuşabilirsiniz. Hani o da belki, çok fazla da umutlanmayınız efenim.
Henüz sadece disiplin hapsinden kurtulduğu için derin bir nefes alıp, adaletin sağlandığına kendimizi ikna edip, üzerimize düşeni yapmamızın rahatlığıyla yüreklerimizin karanlık mağarasına çekildiğimiz uçsuz bucaksız diyarlardaki ufacık bir kara delikten bağıralım hep birlikte. #rojinkabaiş
Rojin eğer bugün yaşasaydı yirmi iki yaşında olacaktı. Cansız bedenine kaybolduktan on sekiz gün sonra ulaşıldı. 2024 yılının eylül ayında kaybettik Rojin’i. Öldüğü günden bugüne kadar sokaklarda adalet arıyor babası. Her bulduğu fırsatta nefesi yettiği kadar sesleniyor ’benim kızım intihar etmedi’ diye. ‘Boğuldu, intihar etti’ cümlelerine rağmen adaletin paçasına yapışıp bırakmayan babası dava dosyası okumayı öğrenip hatim etti bir yıl içinde. Yılmadı, bezmedi, yıkılmadı ’benim kızım intihar etmedi’ demekten asla vaz geçmedi. Bir yıla yakın bir süre sonra Rojin’in bedeninde iki erkek dna'sına ulaşıldığı söylendi. ‘Ciğerim yanıyor, ayakta duracak halim kalmadı. Dosyaya bakıyorum hep yarım çıkıyor, hep eksik çıkıyor dalga geçer gibi’ diyen babanın yürek yangınını adalet bakanın ve adalet temsilcilerinin duymasını umut etmek dışında elimizden gelen çok şey var. Yeter ki silkelenelim.
Bir tarafta ülkenin zifiri karanlığında adalet aramaya devam ediyoruz, diğer tarafta olması gereken oldu diye, disiplin cezası adı altında hapse gönderilmeyen acılı anne için zafer kazandık deyip unutuyoruz, acılı annenin gerçek adalet arayışını.
Toplumun büyük bir kesimi birçok konuda ülke gibi son demlerini yaşarken, diğer taraftan kapitalizm yine acılı bir annenin acısını meta haline getirip üstünde tepinmeye devam ediyor. Kullanabileceği her alanı kullandı ve tükendi, şimdi acılarımızdan tişört, acılarımızdan bardak, acılarımızdan sinema, acılarımızdan satabilecekleri her türlü malzemeyi kullanıp en hassas yerimizden binbir parçaya bölüp banknotlarını saymaya devam ediyorlar.
Yazdığım iki konuya benzer o kadar fazla şey yaşadık ve yaşıyoruz ki. Birini yazsak, diğerinden utanıyor insan. Birine değse gönlümüz diğerini unutmuşuz gibi kahroluyor kalbimizin karanlık tarafına denk düşen yaralarımız. Yaşadığımız bunca adaletsizlik içinde, adalet arayışı adı altında kullanabilecekleri ve istismara açık olan en zayıf yerimizden tüm bedenimizi kavrayıp etimizi, sütümüzü geçtik ölümüzü bile paraya çevirebilecek lanet bir sistemin çarklarında kimimiz eziliyor kimimiz farkında olmadan çarklardan birine dönüşüveriyor adeta.
Safiye Yaşa, Nizamettin Kabaiş ve Yasemin Akıncılar Minguzzi üç ayrı isim, üç ayrı acı. Birini diğerinden ayırmak, birini diğerinden daha değerli kılmak imkansız aslında. Yani insani normlarda bakarsak birinin adaletsizliği diğerinden az, bir ölümün acısı diğerinden daha ağır değil elbette. Amma gel gör ki canım kapitalizm bulabileceği en ufak bir delikten içeriye sızmayı başardı yine. Vurabileceği en zayıf noktayı nişan alıp yine ıskalamadı. Çünkü toplum olarak en narin karnımız vatan, millet, toprak, din, dil.
Ahmet Minguzzi’nin çizgi filmi yapılacağı haberleri dolaşıyor sosyal medyada. Yarın canım çocuk Ahmet’in fotoğrafının yer aldığı bardaklar, tişörtler, daha binbir türlü araç gereçler çıkacaktır mutlaka önümüze. Kapitalizm denen illet dirimizi sömürdü sıra ölülerimizde. Dirimizle birleşip alaşağı edemediğimiz sistemi belki ölülerimizi kullandırmayarak yapabiliriz.
Biz aslında ölümüzle, dirimizle, börtümüzle, böceğimizle biz aslında varımızla yoğumuzla bir araya gelebilirsek varız. Biz aslında dil, din, ırk ayırmaksızın insan olan yanımızla bir araya gelebilirsek varız. Biz aslında sistemin, düzenin, bizi kullanış biçiminin farkına varırsak varız. Biz aslında varız, var! Biz aslında en hassas yönlerimizden bölünüp kullanıma hazır hale getirilmesek varız efenim. Biz aslında böldükleri en saçma sapan yerlerimizden birbirimize bir sarılabilsek... Biz aslında sadece var değil var edeniz efenim.
Umuttur işte, bir gün aşk acımı yazabileceğim kadar dertsiz tasasız haftalarda buluşmak umudu ile...
***Aşık Ruhsati