Ciddi ekolojik direnişler yapılmaktadır ülkemizde. Yüksek bilinç ve direşkenlik düzeyiyle de hukuksal zaferler kazanılmaktadır. Ancak bu kararların, Anayasaya rağmen uygulanmadıklarını biliyoruz. Ülkemizde her alanda olduğu gibi tam bir hukuk tanımazlık söz konusudur.

Bu hukuk tanımazlığın öncüsü de Bülent Ecevit’tir! Danıştay 6. Dairesinin “siyanür liçi yöntemiyle altın madenciliği yapılamayacağı” hükmünü yok edecek uygulamasıyla, emperyalist şirketlere ülkeyi sonuna kadar açmıştır!

Sonrasında ne kadar sömürge tipi madencilik yapan şirket varsa Türkiye’ de at oynatmağa başlamıştır. Siyanür havuzları taşar, boruları patlar, ekolojik yıkıma neden olurlar. Devletin egemenlerinden, görevli, sorumlu, yetkililerinden çıt yok!

ÇED Raporları ya gerekli değildir ya da ciddiye alınmazlar. Kopyala, kes, yapıştır yöntemiyle aynı ÇED Raporu metniyle çok farklı yerlerdeki farklı işletmeler için “yasal” izinler verilir.

Halk direnir, bu tip sömürgeci ve yaşam karşıtı yatırımlara karşıdırlar. Yaşam alanlarında, yörelerinde bu yatırımların yapılmalarını istemezler. “Halkın Katılımı Toplantıları” ya yaptırılmaz ya da bu yatırımın gerçekleştirilmesi fikrine katılınmaz, halkça izin verilmez. Ancak, iktidarlar halka rağmen, halkın bu yatırımın yapılması fikrine katılmamasına rağmen izinleri verir. Direnenler devlet şiddetiyle cezalandırılırlar.

Yalan yanlış belgelerle gemiler sökülür. Devletin bile bile yedi yıl boyunca sakladığı şimdi de örtbas etmeğe çalıştığı nükleer enerji santrali atıkları İzmir kentinin orta yerine gömülür. Altın madenlerinin ağır metal yüklü milyonlarca ton atığı doğaya yığılır. Demir çelik fabrikalarının yine ağır metalden ibaret olan atıkları verimli tarım arazilerinde depolanır!

Yani yüzlercesini sıralayıp sayıp dökeceğimiz ekolojik suçlar işlenir. Türkiye bu pisliğe mahkûm edilmiştir, mecburdur. Başka türlü iktidar olamazlar, iktidarda kalamazlar. Vatandaşlarından çevresel ve ekolojik bahanelerle naylon torba başına yirmi beş kuruş vergi alanlar, İngiltere’nin plastik atıklarını ülkemize ithal ederler. Bu naylon atıkları da ülkenin en verimli tarımsal alanlarından olan Çukurova’da tarlalarda uçuşurlarken görebiliriz.

Neden böyledir?

Sanayi Devrimi kaçırılmıştır. Onun siyasal, toplumsal, kültürel sonuçları sınıfsal temele dayanmadan yaşanmak istenmiştir. Küçük Amerika olmak, her mahallede bir milyoner oluşturma politikaları buralara varmıştır. NATO’ ya girilmiş, İMF ve Dünya Bankası ekonomik reçetelerine tutsak olunmuş, siyasal olarak ABD ce AB egemenliği altında kalınmıştır.

Onların Türkiye’ye biçtikleri rol de hurdalıkları ve tehlikeli atık çöplükleri olunmasıdır. Yoksa, sözüm yabana, ekonomik destek yoktur. Ülke ekonomisi yönetilemez olur. Mahkûm olmuşsunuzdur onların verecekleri borçlara, kredilere...

Hurda nitelikli, demode teknolojilerini almak zorundasınızdır. Siz de halkınıza “sanayi hamlesi” diye yutturursunuz bunu. Çerini çöpünü toplar, ülkenize yığarsınız. Bunu da geri dönüşüm diye satarsınız, inandırırsınız.

Ekonomik olarak esir düşürülmüşsünüz kredilerle. Çarkı ancak böyle döndürebiliyorsunuzdur. Egemenler de bunda memnundurlar. Hem zenginleşirler hem de hükmederler. Sömürgecilerin hukuku geçerlidir. Anayasanız dahil bir hükmü yoktur kendi yasalarınızın. “Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz.” Daha sonraki yıllarda da muhalefetmiş gibisi de “Anayasaya aykırı olduğunu bile bile oy vereceğini” duyurur.

Çözüm öncelikle bu siyasal partilerden kurtulmaktır. Sonrasında tüketim toplumu olmakta vazgeçmektir. Kalkınmanın değil yaşamın sürdürülebildiği politik programların yaşamın her alanında uygulamaya konmasıdır.

Yoksa hem ülkeden hem de yaşamlarımızdan vazgeçtik demektir.