Türkiye’de futbolu izlemek, artık sadece pozisyonları değil, kararların arkasındaki sistemi sorgulamayı da gerektiriyor
Sahada çalınan bir düdük, kimi zaman sadece bir faul değil, koca bir düzenin özeti gibi geliyor insana. Çünkü artık mesele “ofsayt mıydı, değil miydi” tartışmasının çok ötesine geçti. Asıl soru şu: Bu iş hakkaniyetle mi yürüyor, yoksa soyadıyla mı?
Bazen ekran başında hakemin ismini duyduğumda, içimden “yine mi?” demek geçiyor. Çünkü bakıyorsun, baba eski hakem, amca federasyonda, dayı gözlemci... Ve bir yerden sonra ister istemez şunu soruyorsun: Bu meslek mi gerçekten, yoksa aile yadigârı bir ayrıcalık mı?
Kimse bir hakemin oğlu hakem olamaz demiyor. Elbette, baba tecrübesini aktarır, yol gösterir, destek olur. Ama problem şu: Sadece destekle kalmıyor bu iş. Bazen doğrudan yer açılıyor. Bazen arkası olmayanlar yarışa 10-0 geriden başlıyor. İşte bu haksızlık, mesleği meslek olmaktan çıkarıyor.
Şu an Türkiye’de onlarca genç, sabahın köründe antrenman yapıyor, hafta sonlarını sınav salonlarında geçiriyor, kamplarda sessiz sedasız eğitim alıyor. Ama gel gör ki sistemin kapıları onlara açılmıyor. Çünkü dayıları yok, telefon açacak akrabaları yok.
Öte yandan yıllardır aynı klasmanda kalan, performansı zayıf, testleri bile geçemeyen ama soyadı güçlü bazı isimler, durmadan yukarı taşınıyor. Kötü maç yönetiyor ama hep affediliyor. Gençlerden biri aynı hatayı yapsa, bir daha sahaya çıkamaz.
Ve bu artık istisna değil, bir alışkanlık haline geldi. Hatta sistemin temel taşı gibi duruyor.
Yönetimler değişiyor, kurullar yenileniyor ama bu düzen kıpırdamıyor. Hakkıyla gelmeye çalışanlar yolun kenarında bekletiliyor. Birilerini tanıyanlar ise hız şeridinden geçiyor.
Sonra da insanlar maçlara güvenmiyor, hakeme güvenmiyor. Ve bu güven eksikliği, futbolun ruhunu kemiriyor.
Çünkü hakemlik sadece düdük çalmak değil. Karar almak, adil kalmak, baskıya direnmek demek. Bunun için bilgi, deneyim ve karakter lazım. Ama bizde çoğu zaman bunlardan çok, soyadın konuşuyor.
Eğer gerçekten adil bir sistem kurulacaksa, önce bu zincir kırılmalı. Herkesin eşit başladığı, torpilin değil yeteneğin kazandığı bir yapı kurulmalı. Yoksa biz hep aynı filmi izleyeceğiz. Aynı tartışmaları yapacağız. Aynı hayal kırıklıklarını yaşayacağız.
Hakemlik, bir aile geleneği değil; liyakatle yürütülmesi gereken bir meslektir. Ve o düdüğü, gerçekten hak eden çalmalı. Bu kadar basit.