2025 yaz transfer dönemi şu güne kadar geldiğimizde bile bitmiş değil ama Süper Lig kulüpleri yine her zamanki gibi gürültülü başladı işe. Transfer haberleri manşetleri süslüyor, sosyal medya her yeni transferde bayram havasına bürünüyor. Formaya hücum, YouTube'da highlight videoları, övgüler, heyecanlar... Fakat bu kadar tantananın ortasında aklı başında kaç karar veriliyor dersen, işte orası biraz karışık.
Bir bakıyorsun bazı kulüpler, Real Madrid’den, Bayern Münih’ten bile fazla para harcamış. Avrupa’da kulüpler artık daha temkinli, daha planlı davranırken bizde hâlâ “önemli olan isim” mantığı hâkim. Taraftarı memnun etmek, sosyal medyada alkış almak, birkaç günlüğüne umut pompalamak… Bunlar hep ön planda. Ama arkada ne var? Sürdürülebilirlik yok. Strateji desen eksik. Finansal denge? Hiç sorma.
Finansal Fair Play meselesi var mesela. Avrupa’da birçok kulüp bu yüzden frene bastı, kısıtlamalar yedi, bazıları Avrupa kupalarına bile alınmadı. Bizdeyse bu kurallar ya esnetiliyor ya da geçici çözümlerle bir şekilde “hallediveriliyor.” Sponsor adı altında yaratılan kısa vadeli gelirler, oyuncu satışına bağlanan hayali rakamlar, transfer öncesi yapılan PR anlaşmaları... Kâğıt üzerinde gelir gösteriliyor ama gerçekte ortada pek bir şey yok. Paranın nereden geldiği belli değil ama nereye gittiği çok net.
Şunu kabul etmek gerekiyor artık; futbol bir ekonomidir. Yani sadece sahadaki 90 dakikadan ibaret değil. Ama bizim kulüplerde, yönetenlerin önemli bir kısmı hâlâ bunu anlamış değil. Onlara göre futbol, transfer döneminde yıldız almak, taraftarı heyecanlandırmak, günü kurtarmak. Plan, bütçe, denge gibi kavramlar ya yok sayılıyor ya da ötelendikçe öteleniyor.
Bu yaz harcanan para 400 milyon Euro civarında. Dile kolay. Bazı kulüplerin maaş bütçesi, Avrupa’da Şampiyonlar Ligi’ne giden takımlarla yarışacak seviyede. Ama işin trajik kısmı şu; onların gelirleri bizden çok daha fazla. Bizdeyse yayın gelirleri azalmış, stadyum gelirleri yıllardır aynı yerde sayıyor, sponsorluk gelirleri sınırlı. Özetle, harcamalar artıyor ama kazanç aynı kalıyor. Böyle bir denklemde kaçınılmaz olan tek şey var; borç.
Ve borç büyüdükçe kulüpler kredi yapılandırmalarına sarılıyor. Ama o krediler ödenmeden sadece günü kurtarıyoruz. Sene değişiyor, hikâye aynı. “Bu sezon yeniden yapılanıyoruz” cümlesini duymazsak şaşırıyoruz artık. Her sezon başı umut, sonu yeniden yapılanma. Bu döngüden çıkmak imkânsız gibi.
Taraftar yıldız istiyor, yöneticiler ise yıldız almazlarsa o koltukta fazla oturamayacaklarını biliyor. Sonuç; pahalı, çoğu zaman plansız transferler. Teknik direktörün ne istediği, sportif direktör ne düşünüyor, bunların pek önemi yok. Bu anlayış, kulüpleri profesyonel futbol kulübü olmaktan çıkarıyor; adeta birer halkla ilişkiler şirketine dönüştürüyor. Hele bazı yöneticiler var ki, bu popülizmi bilerek körüklüyor. Çünkü koltukta kalmanın başka yolu olmadığını düşünüyorlar.
Bir de altyapı konusu var, yıllardır konuşuluyor ama hep aynı yerde sayıyor. Herkes “altyapıdan oyuncu çıkmıyor” diyor ama neden çıkmadığını sorgulayan çok az. Altyapıya yapılan yatırımlar ya yetersiz ya da içi boş. Tesis var ama sistem yok. Genç oyuncular ya forma şansı bulamıyor ya da bulsa bile iki maç kötü oynadığında bir kenara atılıyor. Sosyal medyada linç, tribünde yuhalama… Bu ortamda hangi genç oyuncu kendini geliştirebilir ki? Avrupa’da gençler 50-60 maçla büyütülüyor, bizdeyse iki maçta silinip gidiyorlar.
Avrupa başarılarına gelince... Ne kadar transfer yaparsak yapalım, Avrupa kupalarında yine erken elenmeler, gruplardan çıkamama sıkıntısı, istikrarsız sonuçlar... Bir iki maç parlamak kimseye yetmiyor artık. Çünkü sorun bireysel oyuncu kalitesi değil. Takım olamıyoruz. Plan yok, istikrar yok, taktiksel derinlik yok. Bunlar para ile alınan şeyler değil, zaman ve akılla kurulan şeyler. Bizde ise sabır kalmamış durumda.
Büyük isimler transfer edilince heyecan artıyor, doğru. Ama bu heyecan kısa süreli. Bir sezonluk umut için üç sezonluk borç yükleniyoruz. Bugün gelen forma satış geliri, yarın ödenecek maaşlara yetmiyor. Üstelik bu gelirlerin çoğu zaten önceden harcanmış oluyor. Kulüplerin yapısal sorunları hâlâ çözülmedi. Şeffaflık desen yok, yönetim krizleri devam ediyor, gelir modelleri çağın gerisinde. Transferle göz boyanıyor ama özde bir şey değişmiyor.
Peki, bu iş nasıl düzelir? Önce şunu kabullenmemiz gerek; elimizdeki kaynak sınırlı. Ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı öğrenmeliyiz. Finansal gerçekliği göz önünde tutan bir bütçe anlayışı şart. Altyapı yatırımı sadece bina yapmakla olmaz, eğitmenle, sabırla, sistemle olur. Sportif direktörlük gibi kurumsal yapıların güçlü hale gelmesi lazım. Transfer kararlarını günlük heyecanlara göre değil, uzun vadeli planlara göre almak gerek. Taraftarı da bu sürece dahil etmek, onlara dürüst davranmak, neye neden yatırım yapıldığını anlatmak… Bunlar önemli. Avrupa’daki kulüplerin sadece oyuncularını değil, yönetim anlayışlarını da örnek almalıyız.
Her sezon aynı döngüyü yaşıyoruz. Transfer çılgınlığı, umutlar, kırılan hayaller… Soru şu; bu hikâyeyi daha kaç kez yeniden yaşayacağız? Belki bir gün, “ne kadar harcadık” sorusundan önce “ne kadar doğru plan yaptık?” diye sormayı öğreniriz. Çünkü bu işin çözümü yıldız transferlerde değil, yıldız gibi düşünen yönetimlerde.