Günlük hayatın telaşından bir nebze uzaklaşıp televizyonun karşısına geçtiğimizde, kendimizi sık sık Türk dizilerinin fırtınalı dünyasında buluyoruz. Reyting rekorları kıran Kızılcık Şerbeti, Eşref Rüya, Uzak Şehir, Taşacak Bu Deniz…

Bu dünyada neredeyse herkesin birbirine silah çektiği, büyük çatışmaların yaşandığı, ama ilginç bir şekilde polisin, hastanenin pek de ortalarda görünmediği senaryolarla sıkça karşılaşıyoruz.

Bu tür “dizi evrenleri” aslında biraz gerçeklikten kaçış sunuyor.

İzleyiciye gündelik hayatın sıradanlığından uzak, yüksek dramlı bir macera vaat ediyor.

Peki bu durumun bir zararı var mı?

Birçok açıdan bu tamamen izleyicinin bu kurguyu nasıl algıladığına bağlı.

Eğer izleyici bu dizileri sadece bir kurgu, bir eğlence aracı olarak görüyorsa, buradaki abartılı olayları gerçeğin bir yansıması olarak almıyorsa, bu durumda ciddi bir zarar vermesi pek olası değil.

Yani geri zekalı değilse!!!

Ancak bu tür dizilerin toplumsal algıyı bazen fazla romantize ettiği veya şiddeti normalleştirdiği eleştirileri de yok değil.

Bu diziler birer kurgu ve izleyici bilinçli olduğu sürece onları sadece bir eğlence unsuru olarak görmek mümkün.

Yine de her zaman biraz eleştirel bir gözle bakmakta fayda var.

Bu yapımlar hayatın karmaşık gerçeklerinden sıyrılmış birer kaçış rotası…

Ancak unutmamak gerekir ki, bu kurgusal evrenin sunduğu çatışmaları ve çözüm yollarını gerçek hayatın rehberi olarak benimsemek, berrak bir suyun içindeki yansımayı gerçek sanıp derinlere dalma yanılgısına düşmektir.

Eleştirel bakışımızı elden bırakmadığımız sürece, bu şiddet fırtınalarını izlerken kendi içimizdeki sükuneti koruyabilir; eğlencemizi, hakikatle olan bağımızı kaybetmeden yaşayabiliriz.

Aksi takdirde trafikte gelsin levyeler, komşu kavgasında konuşsun tabancalar…

Ama hiçbirinin sonucu o dizilerdeki Tom&Jerry hikayesi değil.