Diyanet Atatürk tarafından kuruldu. Zaman içinde bazı gruplar kurum içinde egemen oldu ve kolay yaşam başladı. Zira Diyanetin bütçesi birçok bakanlıktan büyük ve çalışanlarını diledikleri gibi seçiyorlar.

Personel sayısı 180 binden fazla ve 2021 yılı için bütçesi 12 milyar TL’nin, yani bir buçuk milyar doların üzerinde. Müthiş bir ekonomik güç.  2020 yılında yapılan bütçe büyüklüğü sıralamasına göre 16 bakanlıktan sekizinin bütçesinin önünde yer alıyor. Bu bakanlıklar; İçişleri, Tarım ve Orman, Ticaret, Çevre ve Şehircilik, Dışişleri, AB Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar ile Kültür ve Turizm Bakanlığı.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Müslüman olanlarına dinini öğretmesi gereken Diyanet, yurt içinde ve dışında farklı örgütlenmeler içinde.   Bu arada mezhep farklılığı bir yana tarikatların da kendine yer bulduğu bir yuva halinde, özellikle camilerde verilen eğitimlerin kontrolü konusunda ciddi soru işaretleri var. . . Bir diğer konu ise sorulan sorulara verilen yanıtlar.  Bu yanıtların bir kısmı toplumun alışkanlıklarına aykırı gözükse de, Müslümanlığın 4 mezhebinin farklılığına da aykırı. Örneğin, yenilebilir deniz hayvanlarının içinde karides, yengeç gibilerinin sayılmaması…

Buna çok tepki geldi, birini Fatih Altaylı verdi:  Altaylı şöyle yazmış:

“Hiçbir fetva makamı, mezhep imamlarının öğretileri ile çelişen fetva veremez. Fetvayı ancak mezheplerin tutumlarına göre verebilir. Yani Şafi mezhebinde serbest olan bir şeyi, Hanefi mezhebinde yasak olduğu için toptan yasak diye ilan edemez.

Bu ilkenin bizim bugünkü ‘cehil’ Diyanet tarafından pek de kale alınmadığını da bilin ve fetvalarını da ona göre ciddiye alın.”

Diyanetin yaklaşımı, görünüşe göre Fatih Altaylı’ya güven vermiyor.  Diyanet yönetiminde Hanefi mezhebinin egemen olduğu görüşü yaygın, ancak verilen fetvaların bu mezheple ilgisinin olmadığını, yöneticilerin kendi görüşü olduğunu iler sürenler de haksız sayılmaz mı?

Mezheplerle ilgili referans alınan kişiler ilginç.  Örneğin, Hanefi mezhebini kuran Ebû Hanife.  (Ölüm tarihi 767)  Türkiye’de Diyanet’in referans verdiği Bedâi adlı eseri yazan alim Kâsânî.

Kâsânî, Hanefi Fıkıhçısıdır,  lakabı bilginlerin kralıdır. Özbekistan’da doğdu, 3 Ağustos 1191’de Halep’te öldü. “Maturidi Tarikatı’ndandır. 

Tarikatın kurucusu ise, Semerkant’ta doğan 944 tarihinde Semerkant’ta ölen Abū Manṣūr al-Māturīdī’dir. Onun lakaplarından biri “Hidayet Önderi”, diğeri “Kelâmcıların Lideri”. Kitabı da var: Kitab üt-Tevhid.   

Daha sonraki yüzyıllarda da yine Hanefi fıkhı konusunda birçok İslam âlimi ve eseri var. 

Şimdi Diyanet’e sormak gerek; referans kitaplarında Kâsânî’nin eserini neden temel aldınız?

Fatih Altaylı da Diyanet’e soru soruyor:

“Sayın Diyanet, ihaleye fesat karıştırmak, yolsuzluk yapmak, rüşvet almak, kamu malını babamızın malı gibi kullanmak, eş dost kayırmak, liyakatsiz atamalar yapmak, çoluk çocuğa cinsel taciz ve tecavüzde bulunmak, kamuya ait para ile zengin bir hayat sürmek, bademleme adı altında cinsel ilişki kurmak haram mıdır değil midir?”

Ciddi sorular yerine, günlük yaşamı tanzim edecek popüler sorulara yanıt vermek kanımca Diyanet için kolaycı bir yaklaşım.  Hele şunu yapmak helal, bunu yapmak haram gibi bir tutum farklı mezheplerden olan vatandaşları muhtemelen rahatsız etmektedir. Buna bir de inancı farklı veya inançsızları da katarsanız, farklı bir mozaik ortaya çıkar.  Bunların tamamına belli bir kesimin oluşturmaya çalıştığı bir inanç eğitimi vermeye çabalamak niye?

Özgür bireyler mi olacak, Taliban gibi zorlayıcı bir rejim mi olacak?  Arap ülkelerinde uzun yıllar çalışan bir kişi olarak söyleyeyim: özgürlük yoksa inanç da olmaz.