Son iki haftadır yazmak zorunda olduğum yazılarımı son güne bırakıyorum. Ama isteyerek değil, belki de isteyerek… Bilmiyorum…
Bu ülkenin gündeminde boğulurken, herhangi bir şey yapmak için en son ana kadar durup zorunda kalarak yapmayı bekliyorum. Bu yazının başına oturduğumda da aynı şeyleri hissettim ve sanki orta yaş sendromu yaşayan biri gibi hissettiğim için kendimle kavga ettim. Bu satırları yazarken bile her cümlenin sonunda en az 3-5 dakika boş duvara bakıp yine kızıyorum kendime, bu kadar isteksiz, umutsuz, umursamaz ve sorumsuz olduğum için. Sanki vücudumun tüm organları birbiri ile kavga ediyor ortaya bir şey çıkaramayayım diye. Bu cümleyi yazdıktan sonra da beynim giriyor devreye “kendi suçunu neden bize atıyorsun?” diyor, sinirli sinirli. Bilmiyorum… Bu aralar çoğu şeyi bilmiyorum. Sanırım bu karmaşık duyguları yaşadığım için, yıllar sonra “Nietzche Ağladığında” kitabındaki bir cümleyi kurmaktan korkuyorum; “Bence, ben yirmi yaşımdan beri kırkımı yaşıyorum”.
Yakınlarım kızacak yine böyle mutsuz bir yazı yazdığım için ama yalan atamıyorum ne yapayım? Ne hissediyorsam o… Geçen günlerde okulumuzdaki gündemleri tartışmak için yaptığımız toplantının arasında bir arkadaş sordu “nasılsın, hayat nasıl gidiyor?” diye. Çok düşünmemi gerektirecek bir soru olmadığı için hemen cevapladım “kötü”. Çünkü ne hissediyorsam o… Bence biraz şaşırdı bunu duyduğunda, hepimiz alıştık çünkü bu soruya öylesine de olsa “iyi” , “normal” , “bir değişiklik yok” gibi cevaplar duymaya ve vermeye. Kötü cevabını alınca neden diye sordu ister istemez. Benim ve sevdiklerimin nefes alması dışında elle tutulur bir şey yok deyiverdim. Aslında mutlu olmak için fazlasıyla yeterli bir sebep, evet. Ama insan farklı bir şeyler de bekliyor, hayatın sıkıcı döngüsünden bir anlık da olsa kaçabilmek için. Mezun olduğumu, işe başladığımı söyleyip “elle tutulur bir şey işte” dedi, “bir monotonluk yerini yenisine bıraktı” dedim. Sonra iyice yakındım dertleşecek biri bulabildiğim için. Evet, okuldaki problemlerimizi konuşmak ve ne yapabiliriz diye tartışmak için toplanmıştık ama toplantı sırasında gördüğüm bir haber hayatımda en çok boşa çabaladığımızı ve çaresiz hissettiren anlardan birini yaşattı.
Düşünsenize, okuduğunuz okulda yaşadığınız geçim sıkıntılarınızı, yemekhane problemlerinizi, yurt problemlerinizi nasıl çözeceğinizi, öfkenizi nasıl doğru yere yönlendireceğinizi konuşurken; sizinle aynı yaşta bir gencin kaldığı KYK yurdunda sıcak su olmadığından, soğuk duşa girip kalp krizi geçirerek hayatını kaybettiği haberini okuyorsunuz. Bunun yarattığı üzüntü ve öfkeyi doğru yere nasıl yönlendirir bir genç? Kendi okulunda, standını kurup okulunda daha güvende hissetmek istediğini haykırırken, onu güvende tutması gerekenler tarafından yerlerde sürüklenen bir genç nasıl umutsuzluğa kapılmaz? Kadına şiddeti önlemek için mücadele eden bir kadın tam o sırada bir hemcinsinin daha bir erkek tarafından öldürüldüğü haberini alırsa nasıl öfkelenmez, hayal kırıklığına uğramaz? Ömrünün yarısını patronunu zengin etmek için çalışıp evinin kirasına bile yetmeyen asgari ücretle, çocuğuna bir oyuncak alamayan işçi nasıl bir köşeye çöküp gizli gizli ağlamaz? Mutlu bir yazı yazmak için bilgisayar başına geçince aklını yalnızca bu iç karartan şeylerin kurcaladığı biri nasıl olur da tüm bunlara rağmen mücadele etme isteğini diri tutar mesela?
Aslında tam da bu yüzden… Bir yaşıtım daha geçim sıkıntısı, gelecek kaygısı yüzünden aramızdan ayrılmasın diye. Bir kadın daha bu ataerkil sistem yüzünden bir erkek tarafından katledilmesin diye. Okullarımız daha özgür, daha rahat ve her görüşün içinde barınabildiği bir hale gelsin diye. İşçi sınıfı patronunu zengin etmek için değil kendine ve toplumun yararına çalışıp istediği zaman çocuklarına oyuncak alabilip, vakit geçirebilsin diye. Mutsuzluklarımı, rahatsız olduğum şeyleri değil arasından hangisini yazsam diye saatlerce düşünüp seçim yapamadığım mutlulukları yazabileyim diye mücadele isteğimi dipdiri tutmam gerek.
Yine ve yeniden asıl hissiyatım olan mutsuzluğumu ve umutsuzluğumu dökerek yazıya başlayıp her şeye ve içimde umut kırıntısı barındırmama rağmen kendime kızıp mücadeleye devam etmem gerektiğini kendime telkin ederek bitiriyorum. Çünkü yazının başında örnek verdiğim kitapta umutsuz cümleler olduğu gibi almak isteyene (o ben değilim) yeterince umut verebilecek cümleler de var. Tıpkı hayat gibi…
“Gururlu bir yüceliğe erişmek isteyen ağaç fırtınalı hava ister. Yaratıcılık ve keşif de acıda saklıdır.”
Nietzsche Ağladığında- Irvin Yalom