Yüz yıllardır çalışmadan para kazanan kesimlerden birisi bankerler, diğerleri din adamları. Avrupa’da da öyleydi, Türkiye’de de öyleydi.

Katedraller, bazilikalar Avrupa’nın simge binaları ve oralarda yer alan müzelerdeki eserler dönemin şaşaalı yaşamını anlatır. Şurasını unutmamak gerekir ki, hazreti İsa’nın çarmıha gerilişinin ardından toplumsal düzeni kuranlar itibarlarını görkemli yapılarda gösterdiler.

Türkiye’deki din adamları iktidardan ve güçlüden yana oldular. Bu arada yabancıların işbirlikçisi olmayı da unutmadılar. “Keşke Yunan kazansaydı” diyen Fesli Kadir gibiler Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasını istemediler. Cumhuriyetin eğitim, kalkınma, barış, çağdaş ülkelerin düzeyinin üzerine çıkma hedefi onlara uygun gelmedi. Yani çalışmak onlar için uygun değildi. Onlar Arapça bilmeseler bile, Arapça söyler gibi tonlayarak halkın saf duygularını sömürmekte ustaydılar. Bu nedenle de Cumhuriyet’le birlikte yeraltına indiler.

Çok partili seçim düzeniyle birlikte, yerüstüne çıkmaya başladılar. Zamanla bazı elemanlarını görevlendirip, şekil değiştirip partilerin içine soktular ve bir kısmını milletvekili olarak Meclise gönderdiler. Burada yurtdışı işbirlikçilerinin yönlendirme, destek ve finans katkısını göz ardı etmeyelim. Kenan Evren’in 12 Eylül ihtilalinden sonra din adamlarının maaşlarının Suudi Arabistan tarafından ödenmesi sadece bilinen bir örnek.

Türkiye, çok partili sisteme geçince siyasi liderler için vaatlerin bir kısmı insanı zengin etmeye yönelik oldu. Menderes, “Her mahallede bir milyoner yaratacağız” derken neye dayanarak bunu söyledi. Tansu Çiller, “İki anahtar vereceğim, biri ev diğeri araba anahtarı” dedi.  Oylar toplandı ama milyonerler çalışmadan nasıl yaratılabilirdi.
Bunlardan birisi kara para, diğeri vergi kaçırma, bir diğeri de devletin talan edilmesi. En kolay talan devlet arazilerinin işgali olurdu ve öyle de oldu. Birileri örgütlendi, devlet arazilerini parselleyip yoksul halka dağıttı. Karşılığında tabii ki para aldılar. Gerekirse zabıta ile çatışarak yapılan gecekonduların yıkımını da engellediler. Buna arazi mafyası dendi.

Kara para uyuşturucu kaçakçılığı ile geldi. Getirenler büyük kentlerde merkezi semtlerde ev, daire sahibi olarak statü kazandılar. Zaman içinde otelleri, petrol istasyonlarının önemli bir kısmını alarak maddi güçlerini doruğa çıkardılar. Milletvekili tayin ederek, “satın alarak” güçlerini taçlandırdılar. Para ile vatandaşlık verilmeye başlanınca, dünyanın kara para mafyası, yeni söylemle uyuşturucu baronları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu.  Televizyonlarda gençlerin serbestçe silah kullandığı filmlerle bilinç altına silah kullanımı da yerleştirildi.

Halkımız günlük yaşam derdi içinde büyük resimden uzak kaldı. İşinde gücünde olan, yani bir yerde çalışan, küçük işyeri olan insanlar sabah çıkıp akşam evlerine döndükleri ve aileleriyle vakit geçirdikleri için bu yapının farkına varmadılar. Zaten farkına varanların sesini kimse duymadı, duymazdan geldi.

Yazımın başındaki arazi mafyasına dönersek; arazi mafyasının dağıttığı devlet arazileri kent rantının dağıtılması demek. Bu sitemde büyük kentlerin çevresinde yerler alındı, parsellendi ve gecekondu yapıldı. Zaman içinde kent oraya doğru genişledi ve az para ile alınan yer, büyük bir maddi varlığın temelini oluşturdu. Bu maddi temelden yararlananlar çalışıp beceri sahibi olmaya çalışan, ailesine müreffeh bir yaşam sağlamak, çocuğunun iyi bir eğitim aşması için uğraşan, kısacası çağdaş olmanın peşinde koşanlar değil. Onların önemli bir kısmı on yıllarca “1950 model köy yaşamı” içindeymiş gibi kent rantının gelmesini beklediler. Sonunda para sahibi oldular ama, yaşamın içine girmedikleri için düşünsel evrim yaşamakta zorlandılar.

AKP’nin temsil ettiği zihniyet bu kesimden büyük destek aldı ve onlara da büyük destek verdi.  Vergi olabildiğince “medeni” çalışan, üreten kesimden alındı. Sanayi üreticilerinin bir kısmı gidişi gördükleri için ihracata ve yurtdışı fabrika yatırımlarına yönelerek ayakta kaldılar. Yurt içinde parası olan “medeni” kim varsa onun üzerine çöktüler. Kendilerinden olmayan “yandaşlarını” ya da destekçilerini “düşman, hain, terörist, işbirlikçi, iltisaklı” ilan ederek malına, mülküne çöktüler.
Muhalefet ülkedeki değişimin, dönüşümün farkında mı, yoksa kişisel siyasi geleceklerini garanti altına almak için oyunun başka bir repliğini mi seslendiriyor? Göreceğiz…