Gerçek yaşam düşmanlarıdırlar! Doğal ve toplumsal yaşamlara düşmandırlar. Ayrılamaz bu bütünü tümden yok ediyorlar. Fırsat verirsek de yok etmeye devam edeceklerdir mutlaka. Bu amaçlar için görevlendirilmişlerdir çünkü.

Yok etmedikleri doğal yaşam alanı kalmadı. Yıkmadıkları toplumsal değerler, kültürler, inançlar kalmadı. 

Nasıl da "böl, parçala, yönet" yöntemiyle egemen oldular toplumumuza. "Yalan ne kadar büyük olursa ve ne kadar tekrarlanırsa inanılır"  Goebbels deyişini hergün yaşama geçirdiler.

Halkları, inançları birbirlerine düşürdüler, kırdırdılar. Kendilerinden yıllarca önce ve hatta partileri bile kurulmadan yıllarca önceki yapılanları kendilerinin yaptıklarını söylediler, inandırdılar.

Suikastlar, toplu kırımlar, katliamlar yaptılar. Topluma korku saldılar, sindirmeyi denediler. Oyları arttı ve egemenliklerini sürdürebildiler.

"İsraf haramdır" anlayışının temsilcileri, en büyük israfları gerçekleştirdiler; böylesi müsrifler dünya siyasetinde ancak sömürgelerde görülebilirdi.

Cumhuriyetin yıkılmadık değeri, kurumu bırakmadılar; parantezi kapattıklarını söylediler. Kendi amaçları doğrultusunda ve kadrolarıyla yeniden yapılandırdılar.

Cumhuriyetin sürdürülebilirliği için temelini teşkil eden sanayi ve ticari yatırımlarını peşkeş çekerek yok ettiler. Kendi amaçladıkları siyasal düzenin dayandığı sınıfı oluşturmak için hazineyi ardına kadar açıp, yağmaladılar, yağmalattılar. Bir yüzüğü olanın tonlarla ifade edilen altın varlığından söz edilir, yazılır çizilir oldu...

Çaldıkları, el koydukları, yağmaladıkları sadece ekonomik alanlarla sınırlı değildi elbette. Yaşamlarımızı çaldılar, yoksulluğa düşürdüler, aciz bıraktılar toplumumuzu ve hepimizi. Bir avuç insansı bize yaşatmadıkları, bizden çaldıkları yaşamlarımızı kendi yaşamlarına kattılar. Bizim her birimizin yaşaması gerekenden çaldıklarıyla sahip oldukları olanaklarla bizim hayal bile edemeyeceğimiz lüks içinde yaşar oldular. Çocuklarımızın okul çantalarını alamazken onların milyon liralık bilmem kaç tane çantaları oldu. Bunlar bizden çalınanlarla oldu.

Özellikle her kademedeki eğitim çağdışı kılındı. Dogmatik beyinler üretildi. "Düzene uygun beyinler okullarda üretilir"di. Çağcıl eğitim yerine dinsel dogmatik eğitim tam anlamıyla sistemleştirildi. Üniversiteler nicel olarak artarken en değerli en saygın üniversitelerimiz bile artık üniversite olma niteliklerini kaybettiler. Bilinçli, planlı, sabırlı çalışmalarıyla gerçekleştirdiler bunları.

Bebeklerimiz, çocuklarımız, gençlerimiz beslenemez oldular. Bu gelecek nesillerin zekâ düzeylerinin düşük olması demektir. Eğitim yok, beslenme yoksa ülkemizin geleceği de yoktur.

Demokrasi, insan hakları, ekolojik değerler, kadın özgürlüğü ve hakları gibi toplumsal konularla ilgilenenler, bunları savunanlar ötekileştirildi. Düzen karşıtı; barıştan, eşitlikten, adaletten, yaşamdan yana olan tüm siyasal oluşum ve topluluklar ve üyeleri, yandaşları ile platformları ezildiler, hukuksuz olarak zindanlara tıkıldılar.

Deli Dumrul'a rahmet okuttular. Ülkenin altı üstüne getirildi. Depremi gerçek bir afete dönüştürdüler. İnsan cesetleri enkazlarla birlikte en vahşi şekilde kaldırılıp tarım arazilerine yığıldılar.

Ne dağ bıraktılar ne orman. Avrupa' nın Alpler'den sonra en fazla oksijen üreten Kazdağları'nı altın madenciliğine peşkeş çekerek yok ediyorlar. Bin pınarlı İda Dağı'na kıydılar. Karadeniz'deki doğal olayların felâkete dönmesine neden olacak herşeyi yaptılar, suçu Allahlarına attılar.

Çeşmelerimizden akması gerek sağlıklı sularımızı yok ettiler. Yerini daha da sağlıksız bidon ve PET'lerde paralı sular aldılar; akarsularımızı, kaynak sularımızı paraya çevirdiler.

Kapışmadık komşu ülke bırakmadılar. İç işlerine karıştılar. Ardı ardına savaş tezkereleri geçirdiler TBMM'den. Sınırlarımız ardına kadar açık yol geçen hanına döndü. Kimler giriyor bu sınırlardan? Güvende miyiz?

Evet, bu paragöz faşistler yaşam düşmanıdırlar. Her seçimde çevirdikleri dolapları yine çevirecekler. Onlara destek olan Truva Atları'na sahipler. 

Keskin mi keskin bir virajdayız. Ya demokratik lâik bir cumhuriyeti kuracağız ya da Afganistan, Pakistan, İran gibi şeriat düzenine savrulacağız. Ondan sonra barış hayal bile edilemeyecek...

Tehlike kadar sorumluluklarımız da çok büyük. Bu nedenle oylarımızı mutlaka milletvekili edecek şekilde kullanmalıyız. 

Mutlaka barış demeliyiz! Ekolojik yaşamdan, insan hak ve özgürlüklerinden, kadınların ve çocukların haklarından, mutlaka emekten yana düşünmeli ve seçim sürecinde sorumluluk almalıyız.

Yukarıda yazdıklarımı düşünerek, bilinçli sorumluluklarımızla kullanacağımız oylarımızla lâik demokratik barışçıl, yaşanası bir düzeni bu sefer tabandan kurmayı başarabileceğiz! Bunu biliyor ve görüyorum, umutluyum.