Günlerdir çaresizlik içinde kıvranıyorum. Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurup kurup siliyorum. Tam ‘’hah bitti’’ derken tamamen koparıp atıyorum. İçime sinmiyor bir türlü. Evden çıkmak istemiyorum. Evden çıkınca da girmek istemiyorum bir türlü o kapıdan. Ne eve sığabiliyorum ne gökyüzüne, denize, sokağa, caddeye! Ne yazıya sığınabiliyorum ne de yazısızlığa! Düşüncelerimi anlatmaktan vazgeçtim üstelik. Çünkü bunun toptan bir akılsızlıkla yetersiz bir mücadele metodu olduğunu kavradım nihayet. Bilimsizlik, akılsızlık, devlet aklının yitirilişine tanıklık, deneyimsizlik, öngörüsüzlük… Ne derseniz deyin, benim mücadele etme gücümün çok ötesinde artık. Koro halinde tutturmuş milyonlara anlatmak imkânsız gibi bir şey.

Yazmak, akıl sağlığımı daha fazla yitirmemek için bir yöntem! Düşüncelerimi değil, duygularımı yazarsam içimden çıkarıp atmış gibi oluyorum sanırım. Ağzımda büyürdü lokmalar çocukken. Bir türlü yutamazdım. Hala da uzun uzun sürer yemek yemem. İşte, ruhumdaki duygular da böyle benim için. İçimde büyüyüp beni içerden kapsıyor. Öyle kocaman bir kapsayıcılık ki bu, içerde bana yer kalmıyor adeta! Yazdıkça, o sözcükleri somutlaştırdıkça kusuyorum sanki! Dışarı çıktıkça bana ait olmaktan çıkıyor onca imgelemem, onca metafor, onca aforizma! 

Sözcüklere sığındım. Çağrışımlara sığındım. Anılara, çocukluğa, şarkıların koyununa sığındım adeta. Nesneler her şey oldu artık. Öznelerle baş edemiyorum çünkü. 

Sahibini bekleyen eşyalar vardır. Hikâyesini arayan şarkılar, şarkısını arayan hikâyeler vardır. Doğru zamanı bekleyen sözler vardır. Yazılmayı bekleyen şarkılar, öyküler, senaryolar vardır herkesin yanında, cebinde! Bekler durur. Sahibini bekler onlar da! 

Deprem, işte benim bu hikâyelerimi, yazılmayı bekleyen öykülerimi de yerle bir etti. İçimde kırıldı büyük bir fay hattı! Şiddetini bilemediğim bir depremle yer değiştiriyor adeta yüreğimdeki katmanlar. O katmanların üzerindekiler de darmadağın oldu işte. Yıkıldı. Çöktü. Yan yattı. Savruldu. Tuz buz oldu bazıları. Bazıları kum yığınına dönüştü. Bazılarının içinden savrulan nesneler dağıldı içimin taşlığına. Sahipsiz duruyor onca nesne şimdi bir yerlerde. 

Bir fotoğraf düştü önüme bu yazıya ara verip biraz haber okurken. Enkaz görüntülerinin üzerinde savrulmuş fotoğraflar! Bir kişinin, belki bir ailenin fotoğraf albümünden savrulmuş eski fotoğraflar öylece duruyordu enkazın üstünde. Sahibi neredeydi kim bilir o fotoğrafların? O fotoğraftakiler o enkazın içinde miydi acaba? Ya da fotoğrafların sahibi bir hastane yatağında kaybettikleri arasında dağılan o eski fotoğraflar için de üzülüyor mudur? Fotoğrafların fotoğrafıydı o önüme düşen! Sahibini arayan fotoğraflar! İçimde dağılan kayıp fotoğraflar! Tıpkı içimdeki depremden arta kalan bu duyguları kâğıda döküşüm gibi savrulmuştu o enkazdan o eski fotoğraflar! 

Sahibini arayan kediler, köpekler de benzer acıyı yaşattı bana. Onlar da çaresizdi. Kimsesizdi. Ayakucundan ayrılmamıştı sahibinin enkazda bile. Kimi ağzındaki ekmeği beton yığınlarının arasında sıkışıp kalan sahibine taşıyordu. Ölü bedenlerini bile bırakmamışlardı. Gömülene kadar takip etmişlerdi o maziyi. Mazi olmuştu artık sahibi o köpek için. Bir fotoğraf gibi savrulmuştu o yavrucak da dünyaya. Titriyordu. Yemiyor, içmiyordu. Küçücük bedenini ölmeye yatırmıştı adeta. Sahibi, eski ve sararmış bir fotoğraf olmuştu onun için! 

Bir de çocuk oyuncakları, pelüş oyuncaklar var enkaz üzerinde duran. Sahibini arayan oyuncaklar. Belki, ona sarılmadan uyuyamayan bir çocuk, uzak bir şehirde, bir akraba evinde o oyuncağını merak ediyor. Umarım merak ediyordur! Umarım hala hayattadır o güzelim çocuk. Umarım hayallerinde yaşatabiliyordur o yapayalnız mavi pelüş ayısını. Adını ne koymuştu acaba o sevimli ayının? Dilerim hayalleri de o pelüş ayı gibi savrulmaz hiçbir zaman o güzelim altın kirpikli çocuğun. 

Siz hiç fotoğraflarınızı kaybettiniz mi? Siz hiç evcil hayvanınızı ya da sokakta düzenli beslediğiniz bir kediyi kaybettiniz mi? Çocukken bir oyuncağınızı kaybettiniz mi hiç? Bir kitabınızı? Size hediye edilmiş bir şapkayı, kitabı? Sizin için örülmüş bir atkıyı mesela? Size hasretle yazılmış bir mektubu?

Ben kaybettim. Hepsini bu depremde kaybettim. İçimde kopan o büyük kıyamette kaybettim. 

Öfkem de hüznüm de bu sebeptendir Sevgili Okur! ‘’Yas’’tandır. Oradaki insanlarla, onların hikayeleriyle, ortaya savrulan onca nesnenin sonsuz çağrışımıyla empati kurmak çok zor! Çok ağır! 

İçimdeki arama/kurtarma çalışmaları sürüyor. Hala bu ülkeye dair küçük bir umut kırıntısı arıyorum. Canlı ve nefes alan bir umut kıpırtısı! 

Bedenim koca bir boşluğa haykırıyor şimdi, içimdeki enkaza, bu ülkeye dair umutlarımın olduğu o enkaza haykırıyorum şimdi: Sesimi duyan var mı?