Yaz geçer yine gelir.

Yaz geçer, iyi gelir sözcükler.

Murathan Mungan’ın dizeleriyle geldim bu hafta. Lise yıllarında tanışmıştım onun sihirli sözcükleriyle. Kendisi benim için bir şairden çok daha fazlasıdır. Onu okurken Türkçe bildiğim için ve onu anadilimde okuyabildiğim için hep şükrederim. İşte bu post travma günlerinde yine sığındım onun dizelerine, öykülerine, yazılarına. 

‘’Yaz Geçer’’ kitabı bu iki dizeyle başlar. İlk dizedeki ‘’yaz’’ sözcüğü bir isim olan mevsimi anlatırken, ikinci dizedeki ‘’yaz’’ ise yazmak eyleminin emir kipidir. Şair, geçen bir yaz mevsiminin ardından adeta kendi kendine emreder: Yaz. ‘’Yazma’’nın sağaltıcı etkisini bildiğinden ve içindeki o onulmaz aşktan kalanları yazarak onarılacağına inancının çok yüksek olduğu çok bellidir her dizede, her sözcükte! 

İşte ben de bugünleri yazarak, okuyarak, izleyerek geçiriyorum. İyi geliyor sözcükler, imgeler, sahneler, melodiler. Ama ‘’yeni’’ bir şey okumaya pek cesaretim yok açıkçası. Bildiğim öyküleri baştan okumak, izlemekten bıkıp usanmadığım filmleri yeniden izlemek iyi geliyor. Sığınıyorum adeta güvenli limanlara. Çünkü tekinsiz fırtınanın beni nereye sürükleyeceğini hala pek kestiremiyorum. 

Değişen pek bir şey yok hala anlayacağınız! Yas hali devam ediyor yani. Hesaplaşmaya çalıştıkça kötücül bir şey çıkıp gelip beni buluyor. ‘’Geri tepip duruyor’’ bir şeyler hep Murathan Mungan’ın aynı kitabında ‘’Yalnız Bir Opera’’ şiirinde dediği gibi. Anlamı değişiyor. Değeri farklılaşıyor. Ve içimdeki fay hatları kırılmaya devam ediyor. Artçılarım var artık benim de 6 Şubat’tan sonra. Sanatla onarmaya devam ediyorum kalbimi, ruhumu!

Şimdi biz neyiz biliyor musun?

Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları

gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir

şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.

Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi

Kitabın ilk şiirinde 30 yıl önce ilk okuduğumda büyük bir aşkın dizeleri olarak beni ağlatan bu satırları tekrar okuyarak kim bilir kaç aşkın ardından bu kitaba sığındım? Kim bilir kimlerin ardından ne kadar eksildiğimi bu kitabı tekrar tekrar okurken fark ettim acaba? Kimin kime ‘’geç’’ kaldığını, kimin ardından ‘’aramızdaki takvim tutmaz’’lığına suç yükleyerek sessizce gittiğimi düşündüm acaba?  

Sahibini bekleyen eşyalar vardır. Hikâyesini arayan şarkılar, şarkısını arayan hikâyeler vardır. Doğru zamanı bekleyen sözler vardır. Yazılmayı bekleyen şarkılar, öyküler, senaryolar vardır herkesin yanında, cebinde! Bekler durur. Sahibini bekler onlar da!

Bu dizeler, bu defa bambaşka bir imgelemle geldi karşıma dikildi. Adeta 30 yıldır zihnimde bir yerlerde gezinip dururken belki de ‘’doğru hikaye’’yi beklemişti bu dizeler! Zira deprem görüntüleri değil adeta savaş yıkıntılarıydı günlerdir izlediğim, dinlediğim, okuduğum her şey!

Ayrılıkları, dost ölümlerini, sürgün edilmeleri de hep ‘’yıkım’’ gibi yaşadım demek ki şu 47 yıllık ömrümde! O’nların ardından ‘’enkaz’’ kaldı demek ki bana hep! O enkazlarda arayıp durdum geriye kalan her şeyi. Küçük bir eşya, birkaç satır el yazısı, belki bir fotoğraf, belki onun kokusunun sinmiş bir kazak!

Şimdi kendimi o kayıp çocukların yerine koydukça içimdeki yas beni daha da kapsıyor. İçimde o yastan geriye pek az bir boşluk kalıyor. O öksüz çocukları düşündükçe uykularım kaçacak hep. Ve ben hep vicdanıma sığınacağım. Kalbimin o doğru pusulasına soracağım hep. Affetmeyeceğim bu çocukların o el kadar yüreklerine ‘’savaş’’ duygusu ekenleri. 

Yaz geçti. Ve evet yeniden geliyor. Yazıyorum ve yavaş yavaş geçiyor. Evet iyi geliyor sözcükler. Ve büyük harflerle yazıyorum tüm kızgınlığımı ve öfkemi: HELAL ETMİYORUM, HELAL ETMİYORUM, HELAL ETMİYORUM…