Hatay’ın o ıssız görüntüleri arasında iki duvar yazısı çarptı gözüme. Yazının fotoğrafları yani. Adeta birbirine cevap veriyordu duvarlar. İnsanlar sustu. Hikâyeler sustu. Çığlıklar sustu. Artık duvarlar konuşuyor Hatay’da. Hem de birbirleriyle konuşuyor. Issızlıkta birer ses artık o duvar yazıları! ‘’Sözün bittiği yer’’ yani. Söz bitti, yazı konuşuyor. İnsan sustu, duvar konuşuyor artık!

2017 yılında yapılan referandumda aylarca çalıştım İstanbul’da. Her mecrada koşturdum. Bildiri dağıttım, sosyal medya kullandım, kapı kapı gezdim, meydanlarda slogan attım. Üsküdar’dan Bağcılar’a Maltepe’den Bakırköy’e gitmediğim bir yer kalmadı adeta. Tek adamlığa geçişin tehlikelerini bıkmadan usanmadan anlattım. Olmadı. Seçim akşamı çaresizce ve ağlamaklı izlemiştik sonuçları oyuncu bir arkadaşımın evinde. Suskunduk. Göz göze geldiğimizde bazı teselli sözleri dökülüyordu dilimizden ama yetmiyordu. 2018 seçimlerinde de içime yeterince sinmediği halde Muharrem İnce’nin peşinden koştum şehir şehir neredeyse. Son umudumdu sanki. Yine aynı arkadaşımla aynı atmosferde oturuyorduk pek konuşmadan o haziran akşamında Kurtuluş’ta. ‘’Ne yapacağız peki bundan sonra?’’ diyerek sordu o çarpıcı soruyu. ‘’Köyümüze döneceğiz, mahallelerimize, yerelimize!’’ dedim.
O akşam İzmir’e dönmeye karar vermiştim. Güvenlik ihtiyacı daha baskın olmuştu ruhumda. Ana/baba evine dönüp, çocukluk arkadaşlarımla görüşeceğim bir dünya fikri daha iyi geliyordu. Büyüdüğüm sokaklar daha güvenli geliyordu. Alaybey, Karşıyaka, Bostanlı sokaklarını düşünmek bana daha iyi hissettiriyordu kendimi. Her şeye baştan başlamak, yaşadığım mahalleyi güzelleştirmek, her türlü itirazı yerelden örmek gerekliydi bana göre.
Sığınak arıyordum adeta. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, baskının her geçen gün artacağını, kırılgan grupları daha derinden vuracağını biliyordum. Adım adım gelmişti örtülü faşizm. Ve tek adamlıkla birlikte artık bir savaş ilanı vardı karşımızda. Sığınak şarttı!
Dediğim gibi de yaptım. Geri döndüm. Aynı mahalle, aynı sokaklar, aynı arkadaşlarım karşıladı beni. Bağrına bastı. Erken yormuştu hayat belki. Erken incinmişti ruhum İstanbul’da. İzmir’den ayrılan her İzmirlinin en büyük hayalidir bir gün İzmir’e geri dönmek. Ben de öyle yaptım. YEREL’ime dönerek, İzmir’ime kavuşarak ne kadar iyi yaptığımı önce İzmir Depremi, sonra pandemi ve en sonunda da bu büyük felaket bana öğretti!

Başa dönelim şimdi bu ara taksimden sonra. ‘’Umudunu yitirme geri dönecez HATAY’’ yazıyordu o duvarlardan birinde. Deprem anından beri kiminle konuşulsa Hatay’dan, yüzlerinde aynı acıyı gördüm hepsinin. Sadece annesini, kuzenini, arkadaşını kaybetmiş birinin hüznü değildi bu. Bir isyanın, bir öfkenin hüznüydü yüzlere yansıyan. Farklı sözlerle de olsa aynı acıyı anlatmaya çalışıyordu hepsi. ‘’Ben sadece eşimi, dostumu, akrabalarımı kaybetmedim. Ben doğduğum, yürüdüğüm, bu dünyayı ilk anlamaya başladığım, âşık olduğum bu sokaklarla birlikte çocukluğumu kaybettim’’ diyordu insanlar. Artık Hatay yok diyordu gözler, bakışlar!
Bir kültürden, bir bağlılıktan, bir duygudan bahsediyordu hepsi. Sadece birbirlerine değil, kente de benzer bağlarla tutkuluydu tüm Hataylılar. Elbette coğrafyada acı herkeste benzerdi, ama Hatay’da yapılan her röportajda, bu acıya eşlik eden bambaşka duygular da vardı: Kayıp, öfke, yas ve umut…

Benzerlik kurdum kendimle çok. İzmirli olmakla Hataylı olmak arasında çok büyük benzerlikler yakaladım her sözde. Sıradan bir bağ değil! Gelenekle gelecek arasında bir köprü gibi görüyordu her Hataylı kendisini. Bu kentin, kültürünün, geçmişinin, tarihinin, mirasının yok olmasına izin vermeyecekti bu inanç!
Hataylılara göre çöken sadece binalardı. O kent hiç yıkılmazdı. Yıkılmayacaktı. Her bir köşeden çıkan o çocukluk anıları izin vermeyecekti o kadim kentin yok olmasına.

Tüm bu yaşadığım acıların arasında bana en iyi gelen şey Hatay’ın bu duygusu oldu. Hepsinin ruhu paramparça ve yüreği kan ağlıyordu. Ama hepsi yepyeni bir ortak amaç koymuştu önüne. Hatay yıkılmayacaktı. Çünkü Hatay, binlerce yıllık kadim kültürlerin beşiği, ocağıydı. Farklı dillerin, dinlerin, inançların kesiştiği bir yerde büyümüştü bu insanlar. ‘’Değer’’leri vardı hepsinin. O değerler, onlara, o topraklara bağlı olmanın ne demek olduğunu öğretmişti.

Yani aslında, dünyanın neresinde olursa olsun bir Hataylının kalbi her zaman Hatay’da atıyordu. İzmirlilik ve Hataylılık duygularının birbirine akraba olduğuna eminim artık. Çünkü Hatay’ın uzağına savrulmuş Hataylılar aslında hep oradaydı. O coğrafyada gezinip durdu kalpleriyle, düşünceleriyle! Daim olan Hatay’dı yani hep!
Diğer duvarda yazan yazı neydi diye merak etmiyor musun ey sevgili okur? Tüm anlattığım umudu/inancı çok güzel özetlemiş duvar! ‘’Gitmedik ki geri dönelim HATAY’’