Tam iki ay önce “Depremi Oturup Bekleyelim mi? Yoksa Hazırlık mı Yapalım” başlıklı yazımı İz Gazete okuyucuları ile paylaşmıştım. Yazının hazırlanmasında hemen her görüşmemizde deprem riskine dikkat çeken, oturduğumuz apartman için bile acil durumlara ilişkin öneriler sunan, bunların uygulanmasını takip eden tecrübeli sanayici komşum Nihat Gündüz’ün büyük rolü olmuştu. Gündüz, görevi, mesleği olmamasına karşın, görüşebildiği herkese İzmir’in bir deprem bölgesi olduğunu ve tedbir alınması gerektiğini yana yakıla anlatıyor. Bugüne kadar depremin olumsuz etkilerinden çok az etkilenmiş bir kişi olmasına karşın, yıllar boyunca elde ettiği tecrübe ve geliştirdiği sezgileri onun bu büyük riskle ilgili farkındalığını en üst düzeye çıkarmış. On ilde birden yaşanan ve 13 milyon kişiyi etkileyen 6 Şubat depremi onun ne kadar haklı olduğunu ortaya koydu. 

Nihat Gündüz, deprem riskine ve bu riskin yaratabileceği can ve mal kayıplarının azaltılması için neler yapılması gerektiğine dikkat çekmeye çalışan tek kişi değil. Ağustos 1999 depreminden sonra deprem riski bu alanda uzmanlaşmış bilim adamları tarafından özellikle medyada sık sık dile getirildi. Son büyük deprem, yaklaşık çeyrek asırlık bir süreçte bu doğa olayının risklerini dengelemek üzere fazla bir yol alınmadığını gösteriyor. 

Binalar depreme dayanıklı şekilde inşa edilmezse arama-kurtarma etkisini yitirir

“Deprem öldürmez bina öldürür”. Bu çok sık duyduğumuz kural yeniden kanıtlandı. Yaşadığımız son felaket binaların sağlam yapılmasının ve çok ciddi şekilde denetlenmesinin önemine bir kez daha dikkat çekiyor. 17 Ağustos 1999 Marmara depreminden sonra binaların şiddetli depremlere dayanacak şekilde inşa edilmesini sağlayacak mevzuat geliştirilmişti. Hatta 2018 yılında gerçekleştirilen son düzenlemelerle Türkiye’de bina inşaatının güvenilirliğinin Japonya veya ABD düzeyine çıkabileceği beklentisi oluşmuştu. Bununla birlikte, anlaşılıyor ki, farklı konulardaki pek çok hukuki düzenleme gibi bunun da arkası takip edilmemiş, uymayanlara yaptırım getirilmemiş. Dahası, uyarılara rağmen peş peşe getirilen imar aflarıyla depremle mücadele de zafiyete uğratıldı. Bunun sonucunda, on ilde de 2018 yılından sonra yapılan binaların bile çöktüğü ve dümdüz oldukları görülerek, sanki hiçbir mesafe alınmamış izlenimi ediniliyor. 

Bugün yaşadığımız büyük kriz, hayal kırıklığı, üzüntü ve kargaşanın ana nedeni olağanüstü çok sayıda ve çok katlı binanın yıkılmış olması.  Asıl afet yönetimi, işlerin birkaç gün içinde yüzbinlerce insanı binaların altından çıkartmak noktasına gelmemesini sağlamaktır. Deprem riski değerlendirilmeden ve ilgili tedbirler alınmadan yapılmış binlerce binanın yıkılmasının yarattığı büyük yıkımın etkisinin birkaç günlük yoğun kurtarma çalışması ile hafifletilmesi çok zor. Bu binaların, yolların, havaalanlarının, hastanelerin, kamu binalarının inşaatında acele davranılmamalı hukuki ve teknik zorunluluklar yerine getirilmeliydi. Ama ironik olarak, yavaş ve düşünülerek hareket edilmesi gereken zamanlarda “Bir an önce bitirin, seneye bitecek” talimatları ile acele ediliyor, acil ve hayat memat meselesi durumlarda ise yavaş kalınıyor. 

İzmir’de nüfus ve bina yoğunlaşması riskleri artırıyor

6 Şubat 2023’te on şehirde birden meydana gelen deprem yoğunlaşan nüfus ve betonlaşma ile şehirlerin deprem riski karşısında 25 yıl öncesine göre çok daha hassas hale geldiğini gösteriyor. İzmir’in nüfusu bu yüzyılın başından itibaren yüzde 35’in üzerinde bir artış göstererek 3.5 milyondan yaklaşık 4.5 milyona yükseldi.  Böyle devam ederse, 2050 yılına kadar şehir nüfusunun birkaç milyon kişi daha arttığını görmek sürpriz olmayacaktır. Şubat 2023 depremi bile İzmir’e yönelik bir göç dalgasına vesile olabilir. Bununla birlikte, zaman akıp giderken İzmir’in yeni ve ölümcül depremlerle karşı karşıya kalması sürpriz olmayacaktır. Nüfus artışı, yoğunlaşması ve betonlaşma bu deprem riskinin gerçekleşmesinin yıkıcı etkilerini daha da artırabilecektir. Bu sürecin yavaşlatılması ve durdurulması gerekir. Daha çok insan, daha fazla ve daha çok katlı bina daha fazla ölüm demek. 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İzmir Valiliği ve Belediyeler, Milletvekilleri durumu gözden geçirmeli

Bakanlık, valilik, belediyeler yaşanan son felaketi dikkate alarak, İzmir’in durumunu gözden geçirmeliler. Bu kurumların bu noktadan sonra yaptıkları her türlü planlamanın ve eylemin deprem riskine ilişkin boyutunu ayrıntılı olarak ele almak mecburiyetinde oldukları çok açık. İzmir milletvekilleri İzmirlilerin can güvenliği ile çok daha yakından ilgilenmeliler ve deprem riskini gündemlerinde en üst noktaya almalılar. Ayrıca bu kurumlar arasındaki iş birliği ve eşgüdümün ne kadar hayati olduğu su götürmez bir gerçek. 

İzmir’de “Efendim, cezaevi kalktı, onun yerine AVM ve konut yapalım, spor alanını dönüştürüp, eğitim tesisi yapalım, kat sayısını artıralım” dönemi bitmiştir herhalde. Son felaketten de ders alınmazsa çok yazık olur. Sonuç olarak;

  • 2021 İzmir – Afad tarafından hazırlanan İzmir İl Afet Risk Azaltma Planında yer alan amaç ve hedefler doğrultusunda 2022 yılı içinde İzmir’in deprem riskini azaltmak için yapılan çalışmalar bir basın toplantısı ile kamuoyu ile paylaşılmalı,  
  • İzmir’de nüfusun yoğunlaşması ve betonlaşmaya karşı önlemler üzerinde çalışılmalı,
  • Devam eden inşaatlar ve tüm binaların depreme dayanıklılığı ilgili mevzuata çok sıkı uyularak denetlenmeli,
  • Olası bir depremde iletişim, şehir suyu ve elektrik altyapısının çökmemesi için gerekli tedbirler alınmalı,
  • Acil durumlarda harcanmak üzere hazır bir fon oluşturulmalı, 
  • Hastaneler deprem felaketi için hazırlanmalı.

Türkiye, deprem riskinin ne kadar ciddi sonuçları olabileceğine ilişkin çok açık, net ve acı verici bir deneyim yaşadı. Buna rağmen, farkındalık ve tedbirler en üst noktalara çıkarılmaz ve deprem riski aşağıya çekilmezse İzmir’in de Türkiye’nin de geleceği tehdit altında olacaktır. 

Sonuç olarak, İzmir’in yöneticileri şehrin karşı karşıya olduğu deprem riskini aşağıya çekmeli ve bu çalışmalarını düzenli olarak somut gösterge ve verilere dayalı olarak raporlamalı, kamuoyunu bilgilendirmelidirler. İzmir’de yaşayanlar da bu konunun ciddiyetini görerek yetkililere destek olmalılar, kısa vadeli çıkarları için kendilerinin ve başkalarının hayatını tehlikeye atacak zorlamalardan kaçınmalılar.