10 Nisan 1972 sabahı 8.30’u biraz geçe Bolu Sakarya İlkokulu öğrencilerine bir sunum yapmıştım.

Sunumda Türk Polis Teşkilatı’nın 127 yıllık tarihi hakkında bilgi vermiştim. Anlatacaklarımı evdeki birkaç ansiklopediden derlemiştim. Okulda sunumunu yapacağım konuları evdeki takvimin yapraklarının arkasında yer alan “yıl dönümleri” bölümünden buluyordum. Nisan başında takvime bakmıştım ve hangi yıldönümlerinin yaklaştığını görmüş ve bu konuyu sunmaya karar vermiştim.

Aslında, o yıllarda Bolu oldukça sakin, herkesin birbirini sevdiği, saydığı ekonomik bakımdan iyi durumda şehirdi. Polislik bir durum yok gibiydi diye hatırlıyorum. Arada sırada meydana gelen ufak tefek vakalardan birine içkiyi biraz fazla kaçıran babam da karışmıştı ve gözaltına alınmıştı. Annem durumu öğrenince karşı evde oturan şişman polis amcaya durumu haber vermişti. Polis amca “Merak etmeyin, ben ilgilenirim” diye cevap vermiş ve babam ertesi gün işe gidebilmişti. Polis amcanın bu iyiliği bize çok doğal gelmişti. O, iyi bir aile babası, sakin iyi niyetli bir komşuydu. Üniforması dışında onu hiçbir zaman bir polis gibi düşünmemiştik. O da benim babam gibi sabahları evden çıkıp işe gidiyor ve akşamları ellerinde file, kese kâğıdı ne varsa, onunla eve dönüyordu. 

1979 Eylül’ünde ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne (Mülkiye) kayıt olmak için gittiğimde bir polis ordusu okulun kapısında beni bekliyordu. Fakültenin içinin bir polis karakolundan farkı yoktu. Derslere onlarca polis ve jandarmanın arasında girip çıkıyorduk. Benim ilkokulda sunumumu yaptığım günden sonra geçen yedi yılı aşan süre içinde ülkede çok şeyler değişmişti. İç politik çekişmeler yavaş yavaş kabarmış, NATO ile Varşova Paktı arasındaki sürtüşmelerin de etkisi ile bir terör ve şiddet dalgası Türkiye’ye hâkim olmuştu.    

12 Eylül 1980 darbesine giden süreç polis teşkilatının yaşadığı en zor dönemlerden biri olsa gerek. Her gün meydana gelen onlarca politik cinayet ve toplumsal olayın polis teşkilatı çalışanları için büyük bir baskı oluşturması çok doğaldı. Basından görüldüğü kadarıyla, finansal kaynak, eleman, eğitim eksikliği Türkiye’nin tüm kurumları gibi Emniyet Genel Müdürlüğü’nü de vuruyordu. O sıkışık ortamda Ecevit Hükümeti İngiliz Polis Teşkilatı Scotland Yard’a başvurarak bir dış göz olarak Türkiye’deki polis faaliyetlerini değerlendirmelerini istemişti. Scotland Yard’dan gelen uzmanlar çok sık politik cinayet işlenen bu ülkede özellikle olay yerindeki delillerin korunmasına yönelik çabaların artırılmasını önermişlerdi.  Associated Press’in (AP) Youtube’da paylaştığı Cavit Orhan Tütengil’in ölümünden sonraki olay yeri görüntüleri incelendiğinde bu değerlendirmenin isabetlilik derecesi hakkında bir kanaat oluşturmak mümkün olabilir. O günlerdeki görüşmelerde kamuoyu yine basından İngiliz Polis Teşkilatı’nın ihbar sonrası çağrı yerine intikal süresinin üç dakika olduğunu öğrenmişti. Böyle bir standart o günlerde bize çok yabancıydı. 

O dönemin en önemli sorunlarından biri polis teşkilatının POL- DER ve POL-BİR adında iki sendikaya bölünmüş olmasıydı. Bu ayırımın teşkilat personelinin tarafsız, karşılıklı güven ve uyum içinde çalışmasına mâni olduğu sıklıkla tartışılıyordu. Bunu bir şekilde biz de üniversitede hissediyorduk. Okuldaki ortam o gün okula gelen polislerin POL-BİR veya POL-DER üyesi olmalarına göre değişiyordu. 

12 Eylül Askeri darbesi Türkiye’deki terör ve kargaşanın hızla aşağı düzeylere çekilmesini sağladı. Bu gelişme polisin üzerindeki iş yükünü azalttı ama teşkilatta farklı bir yozlaşmanın yolunu açtı. Emniyet teşkilatında işkencenin olağan bir sorgu tekniği haline geldiği iddiaları çok yaygınlaştı ve bu durum teşkilatın itibarına çok zarar verdi. Bu iddialar ve şikayetler neredeyse 2000’li yıllara kadar yoğun şekilde devam etti. Sonrasında alınan önlemlerle bu iddia ve şikayetlerde önemli bir azalma gözlendi. Soruşturmalarda olay yeri incelemesi ile ilgili tekniklerin, kamera kayıtlarının, telefon dinlemelerinin ve daha sofistike yöntemlerin kullanımı genişletildi. Ancak, bir yandan bu olumlu gelişmeler yaşanırken, diğer tarafta teşkilatın bir camianın kontrolü altına girmeye başladığı yönünde iddialar yoğunlaşmaya başladı. Bu iddialar ciddiye alınmadı ama 15 Temmuz 2016’da meydana gelen darbe girişiminde bunların ne kadar doğru olduğu ortaya çıktı. Bir güvenlik teşkilatının içinde böylesine bir yapılanmanın oluşmasının büyük bir hata ve ihmaller zincirinin sonucu olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Hem bu yapılanmanın oluşum sürecinin hem de darbe girişimi sonrasındaki ayıklanma sürecinin teşkilat için ne kadar travmatik olabildiğini dışardan birinin hayal edebilmesi çok zor. Geçmişte yaşananlardan ders çıkarılmalı ve emniyet teşkilatının politize olmaması, hiçbir odağın kontrolüne geçmemesi, personelin sadece yasalara ve amirlerinden aldıkları talimatlara göre çalışması sağlanmalı. 

Zaman zaman çok zor dönemler yaşanmış olsa da geçen 179 yıl içinde Türk Polis Teşkilatı mensupları ülkede kamu düzenini, huzuru sağlamak ve korumak için hayatlarını ortaya koyarak çalıştılar, çalışmaya devam ediyorlar. Teşkilatın insan kaynağının bilgi, beceri ve yetkinliklerinin yükseldiği, güvenliğin çok farklı alanlarına hâkim çok başarılı polislerin yetiştirildiği kamuoyu tarafından bilinmekte. Onların, kadın-erkek omuz omuza ön saflarda, anayasaya, kanunlara ve meslek ilkelerine bağlı kalarak kanun hakimiyetini sağlamaya çalışmaları Türkiye’nin geleceği açısından çok önemli. Bu nedenle Emniyet Teşkilatı’nın kuruluş yıl dönümü her zaman hatırlanmaya ve kutlanmaya değer.