Sallantı artıp, kendimi kanepenin yanına yere attığımda herkesin bildiği o çaresizlik duygusunu yaşadım ve bir an önce bitmesi ve hayatın normale dönmesi için dua ettim. Muhtemelen kedim de aynı duygu ve düşüncelerle başımın üzerinden uçarcasına atlayarak bir yerlere saklandı. O anlardan itibaren İzmir için çok şey değişti, benim için de öyle. Küçük sarsıntıları şimdi daha fazla ciddiye alıyorum. Telefonuma indirdiğim bir uygulama ile İzmir ve çevresindeki depremleri daha detaylı olarak takip ediyorum. Depremle ilgili haber ve yorumlara daha sık bakmaya başladım. Eskiden arkadaşlarla buluştuğumuzda, deprem mevzusu açıldığında birbirimize falanca depremde nerede olduğumuzu ve nasıl sallandığımızı, kaçıştığımızı, saklandığımızı anlatırdık. Şimdi bu tartışmalar biraz daha ayağı yere basar hale geldi. Fayların durumu, zemin, P dalgaları, S dalgaları gibi daha teknik bir boyuta kaydı. Karşıyaka sokaklarında dolaşırken de deprem gerçeğini sıklıkla hatırlamak mümkün. Yıkılan ve yeniden yapılan evler 30 Ekim 2020 depremi sonrasında alınan tedbirler olarak kendini gösteriyor.

Başka bir şey daha fark ettim. Meslekleri ile hiç ilgisi olmadığı halde deprem ve depreme karşı önlemler konusunda bizlere göre oldukça duyarlı ve bilgi sahibi insanlar da etrafımızda. Bunlardan birisi uzun yıllardır aynı apartmanda komşu olmamıza karşın daha yeni tanıştığım komşumuz Nihat Gündüz. Gündüz, çok tecrübeli bir kimya mühendisi. Kimya sanayiinde uzun yıllar yöneticilik yapmış. Çok derin mesleki bilgi ve tecrübesinin yanı sıra hayatı sürekli sorgulayan bir kişiliği var. Emeklilik günlerini dünyayı farklı bir gözle değerlendirerek, okuyarak, tartışarak değerlendiriyor. Hayata daha geniş bir perspektiften bakma fırsatını bulduğu bu günlerde endüstriyel dönüşüm, doğayı ve insanları korumaya yönelik sistemli faaliyetlere olan ilgisi artmış.

Gündüz, başta deprem olmak üzere doğal afetlerle ilgili hazırlık çalışmalarının siteler ve apartmanlar düzeyinde de organize edilmesi gerektiği görüşünde. Bu konuda hem kendini eğitiyor hem de başkalarının eğitilmesi ve bu alanda örgütlenmesi için çalışmalar yapıyor. Bu faaliyetlerini Kuşadası yakınlarındaki Yoncaköy’de somutlaştırmış. Bu bölgede bulunan altı yüz yıllık bir meşe ağacının güzellik ve ihtişamından ilham alarak Yoncaköy’de yer alan siteler ve köyler için bu bölgeye yönelik bir sosyal sorumluluk projesi başlatmış. Bu proje çerçevesinde söz konusu bölge için yangın, deprem ve sel baskınlarına karşı risk analizleri yapılmış, çalışma grupları, acil müdahale ekipleri kurulmuş, ciddi bir yönetim ve organizasyon alt yapısı oluşturulmuş.  

Nihat Bey, sohbetlerinde Türkiye’nin yüzde 70’nin deprem bölgesi olduğunu hatırlatarak şöyle devam ediyor: Depremi sessizce oturup bekleyelim mi? Yoksa hazırlık mı yapalım? Tercih sizin.

1688 depremi mutlaka hatırlanmalı

Gündüz, haklı olarak, Burada gece yarısından sonra bir deprem olduğunu düşünün, insanlar ne yapacak? Kim ne yapacak? Nereye gidecek? Toplanacak yer yok. Toplanma yerleri olmalı ki insanlar oralara sığınsın, yardım buraya gelsin, koordinasyon kolaylaşsın.

İzmir’in 1688’de yaşadığı korkunç bir deprem var. 30 Ekim depremi onun yanında maalesef çocuk masalı gibi kalıyor. 10 Temmuz 1688’de öğle saatlerinde meydana gelen ve 7 şiddetinde olduğu tahmin edilen deprem şehri yerle bir etmişti. Tahribat özellikle sahil kesimlerinde çok belirgindi.  Deniz karaya doğru yarım metre ilerlemişti. Şehirdeki 17 camiden 14’ü yıkılmıştı. Kiliseler de büyük zarar görmüşü. Depremde 5000 ila 16000 civarında can kaybı olduğu ileri sürülüyor. Depremi yangın ve salgın izledi. O zamanlar İzmir’in nüfusunun yüz bin civarında olduğu dikkate alınırsa nüfusun yüzde 5 ila 15’nin depremde kaybedildiği söylenebilir. Gerçekten bu çok büyük bir felaket ve Nihat Bey endişelerinde yerden göğe kadar haklı olabilir. Tetikte olmak ve uzun vadeli tedbirler almak şart.

Buca Cezaevi arazisi planına ilk itiraz Buca fayından

Evet, toplanma alanları çok önemli. Şehir tıklım tıklım beton dolu. 90’lı yıllarda doktora çalışmam için Dokuz Eylül Üniversitesinin Dokuzçeşmeler kampüsüne giderken, özellikle de Buca Cezaevinin etrafındaki nüfus ve trafik yoğunluğunu çok iyi hatırlıyorum. Bu bölge hala aynı durumda. Cezaevinin yıkılacağı haberini duyunca cezaevinin arazisinin hem deprem için güzel bir toplanma alanı hem de özellikle Kırıklar Mahallesi için güzel bir yeşil alan olabileceğini hayal etmiştim. Ama ne mümkün

Geçtiğimiz Ekim ayında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Buca Cezaevi arazisi için ticaret ve konut alanı ağırlıklı planını askıya çıkarttı. Askıya ilk itiraz Buca fayından geldi. Kasım ayı başında Buca’da 4,9 şiddetinde bir deprem meydana geldi ve İzmir sallandı. Bakanlığa İzmir’in bir deprem bölgesi olduğu, Ankara’da bakanlık binasının üzerine oturduğu zemin ile İzmir’deki zeminin çok farklı olduğu hatırlatılmış oldu

İzmir gibi bir şehirde yeşil alanlar ve parklar çok önemli. 30 Ekim depreminden sonra Atakent’teki evimizin arkasındaki alana insanların toplandığına, bazılarının arabalarının içinde geceyi geçirdiğine, çadırların kurulduğuna şahit olduk. Bu bizi çok mutlu etti. Başta mahalle muhtarı olmak üzere mahalle halkı olarak o araziye beş katlı otopark yapılmaması çok uğraşmıştık ve sonunda yetkililer bu projeden vazgeçmişlerdi. İyi ki de uğraşmışız. Depremden sonra çok iyi bir iş yaptığımızı anladık. Açık alanlar 30 Ekim depreminin en şiddetli etkiyi gösterdiği Bayraklı’da da çok önemli işlevler yerine getirmişti.

Bir felaket sonrasında parklar, yeşil alanlar duruma göre tıbbi yardımın sağlanabilmesinde, geçici barınma ihtiyacının karşılanabilmesinde, yiyecek ve içeceğin dağıtılabilmesinde, koordinasyon ve iletişimin gerçekleştirilmesinde hayati rol oynayabiliyor. Bir deprem meydana geldiğinde insanlar iç güdüsel olarak kendilerini içinde bulundukları binanın dışına atmak, kendilerini güvende hissedebilmek için açık alanlara koşmak zorunda hissederler. İnsanların evlerinin ve işyerlerinin yakınında bu gibi alanların bulunması çok önemlidir. Bu alanlarda felaketin ilk şoku atlatılabilir, hasarlı binalardan, artçı şokların etkisinden, gaz sızıntılarının yarattığı risklerden uzaklaşılır.

Bu nedenle İzmir’de afet durumlarında halkın acil ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde güvenli toplanma alanları oluşturmak için de çalışmalar sürdürülüyor. Bayraklı'daki Hasan Ali Yücel ve Barış Manço parklarında afet anında elektrik, su, tuvalet, duş ve çamaşırhane gibi temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için gerekli altyapı çalışmaları yapıldı. Bayraklı Hasan Ali Yücel Parkı’na üç modülden oluşan kent donatıları yerleştirdi. Bu, aslında bütün dünyada geçerli bir uygulama. Örneğin; Yeni Zelanda 2010 ve 2011 depremlerinden sonra park, yeşil alan gibi deprem sonrası toplanılabilecek alanlarını genişletmişti.

Deprem riskinin yüksek olduğu İzmir’in daha fazla betonlaşmasına, nüfusunun yoğunlaşmasına izin verilmemeli. 780 bin kilometrekarelik koca ülkenin insanlarını Buca’da toplamaya gerek yok. Başka çekim merkezleri oluşturulabilir ve yüzbinlerce insanın hayatı korunmuş olur.