Kurak Günler, nasıl bir ‘kuraklık’ta yaşadığımızı yüzümüze tokat gibi çarpan sert bir film. Toplumun hızla şarampole yuvarlandığı bu günlerde ülkenin hâli pür melalini kararlı ve tavizsiz biçimde gözler önüne seriyor. Hakkını daha ilk andan bu sebeple teslim etmek gerek. Çünkü hem öykü hem anlatım cesur seçimlerle kurulmuş. Özellikle siyasi meseleler söz konusu olduğunda hakim düşüncelerin sanatçıyı otosansüre ittiği bizim gibi ülkelerde, yaşanan gerçekliği ele alma cesaretine pek rastlanmıyor. Pek çok alanda olduğu gibi sanat camiasında da uzak durmayı tercih etmek ya da uyumlu görünmek, dikkat çekmemek hatta başını kuma gömmek en sık görülen davranışlar. Oysa böyle dönemlerde gerçeklere yeniden ve ısrarla bakmayı sağlayacak eserlerin toplumsal bilinçte önemli işlevleri olur. Kurak Günler’in tam da bu zorlu günlerde çok önemli etkileri olacaktır. Emin Alper’in cesareti dilerim sinemacılara örnek olur.



SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



GERİ İSTENEN DESTEK

Biliyorsunuz, Kültür Bakanlığı geçen hafta senaryonun değiştirildiğini öne sürerek filme verilen desteği faiziyle geri istemişti.  Film bu utanç verici kararla gündeme gelmişti. Emin Alper de pek çok yerde senaryodaki değişiklikler konusunda açıklamalar yaptı. Kaldı ki bir sinema filmi söz konusu olduğunda senaryodan çekim aşamasına kadar türlü değişiklikler olması gayet doğal.  Filmin aslında yeterli olmadığını, Kültür Bakanlığının bu kararından dolayı durumun abartıldığını ve normalden fazla ilgi gösterildiğini düşünenler de var. Fakat bu kesim filmin sinemasal erdemlerini göremiyor. Ya da görmek istemiyor. Kurak Günler, daha çok izlenmek için kötü niyetli bir karara bel bağlayacak bir film değil. Hikâyesiyle dönemin ruhunu yakalayan, seyirciyi sarsıp kendine getirecek, her yönüyle güçlü bir film.

Olaylar, Yanıklar adlı bir kasabada geçiyor. Burası ülkenin küçük ölçekte bir yansıması. Kasabaya yeni atanan genç savcı Emre, bir domuz avına tanık oluyor. Kasaba içinde silah atılması ve öldürülen domuzlardan birinin yerlerde sürüklenmesi üzerine, avcılardan biri olan avukat Şahin’le karşı karşıya geliyor. Şahin aynı zamanda belediye başkanının oğlu ve siyasi anlamda kasabadaki etkili kişilerden biri. Bu ilk karşılaşmadaki gerginlik, sonraki olayların habercisi gibi filmin tonunu belirliyor. Şahin, gerginliği yumuşatmak için savcı beyi bağ evinde bir akşam yemeğine davet ediyor. Belediye başkanının da kısa süreli katıldığı bu yemekte kasabanın su sorunu gündeme geliyor. Emre, gün içinde kasabanın gazetesini çıkaran Murat’tan, su sorununu çözmek için yer altı sularının kullanılmasının obruklara neden olduğunu fakat belediyenin bu konudaki raporları ört bas ettiğini öğreniyor. Yemekte geçiştirilen bu konudan sonra yaşananlar ise filmin merkez hikâyesini oluşturuyor. Yemek sırasında artan tansiyon, kasaba civarında yaşayan çingenelerden biri olan, akli dengesi bozuk Pekmez adlı bir çengi kızın gelişiyle yön değiştiriyor. Emre sarhoş olup uyuyakalıyor. Sonraki gün ise genç kızın dövüldüğü ve tecavüze uğradığı duyuluyor. Emre bir yandan o gece olanları hatırlamaya çalışırken bir yandan da Şahin’in zanlı olarak gözaltına alınmasını istiyor. Bu arada yaklaşan seçimler savcının işini giderek zorlaştırıyor. Şahin’le ilgili soruşturmanın üzerine gitmesi kasabada dikkat çekiyor, su meselesinde ortaya çıkan, kasabalının tepkisini çeken gelişmeler  ve eşcinsel olduğu söylenen Murat’la yakınlaşmaları Emre’nin giderek kapana kısılmasına neden oluyor.

USTA İŞİ ANLATIM

Emin Alper öyküyü epizotlara ayırarak anlatmayı tercih etmiş, “ziyafet, soruşturma, diğer gözaltılar ve seçim” adlarını taşıyan dört bölümde hikâye giderek tırmanan bir gerilimle akıyor. Başta da belirttiğim gibi filmi temelde değerli kılan şey, yalnızca politik alt metni olan bir hikâye anlatması değil sinemasal tercihlerindeki olgunlukta yatıyor. Bunu daha ilk sahnenin kuruluşunda görmek mümkün. Film, metaforik olarak önemli bir rol oynayan obrukla başlıyor ve  beklenmedik bir final sahnesiyle AYNI metaforla bitiyor. Obruk, temelde siyasi ve toplumsal açıdan çöküntüyü, yavaş yavaş oluşan çatlakların bir süre sonra yarattığı ani yıkılışı temsil ediyor. Bir yandan da yan okumalara imkân vererek iktidardaki güçlerin doğayı hiçe sayan, kapitalist çıkarlar için doğal dengeyi bozmaktan kaçınmayan yaklaşımlarına ilişkin çevreci bir eleştiriye de açılıyor. Filmin obruk metaforu arasına alınan yapısı, toplumsal yaşamın yarattığı büyük boşlukları görmemizi sağlıyor. Kırsal kesim üzerinden anlatılsa da Yanıklar kasabasında meydana gelenler aslında büyük şehirlerde ve coğrafyanın tamamında değişmeyen bir kabusun parçaları. Siyasi yozlaşmanın, ötekileştirme kültürünün, ırkçılığın ve eril tahakkümün unsurlarını hikâyede adım adım takip ediyoruz. Açılışta karşımıza gelen domuz avı sahnesi de bu anlamdaki zihniyetle seyirciyi çarpıcı biçimde karşılaştırıyor. Ayrıca bu sahnede savcının domuzun kanlı izini takip eden aracı, hikâyede bir sonraki avın o olacağına dair bir işaret gibi alınabilir.

Emin Alper, güçlü senaryosu ve mizansenleriyle hikâyeyi ustaca örüyor. Bu onun dördüncü uzun metrajlı filmi. İlk filmi Tepenin Ardı’ndan bu yana özellikle Abluka ile ulaştığı yetkinliği bir üst aşamaya taşıyor. Türkiye’de politik alt metni güçlü filmler üretmek hiç de kolay değil. Üstelik ortaya ne anlattığını bilen bir sinema çıkarmak da zor. Alper, bu tür güçlüklerin üstesinden rahatça geliyor. Kurak Günler bu açıdan boşluğunu hissettiğimiz bir sinemanın çok önemli bir temsilcisi. Yaşadığımız  sıkışmışlığı, toplumsal bunalımı aşma konusunda gerekli motivasyonu verecek denli güçlü. Bu gücün büyük kısmını anlatımından alıyor. Filmin finale kadar yakamızı bırakmayan gerginliği, aksamayan ritmi ustalıkla kurulmuş. Hikâyede önemli yer kaplayan Pekmez’in soruşturması kısmında iktidarın suçu nasıl ürettiği/ üretilmesine izin verdiği ve ört bas edilmesi için hangi yollara başvurduğuna ilişkin referanslar var. Bu soruşturmada savcının giderek elinin kolunun bağlanması, ülke gündeminde bugüne kadar yaşadığımız nice olayın arka planında olanlara ilişkin fikir veriyor.

YOZLAŞMIŞ DÜZENE KARŞI

Filmin son bölümünde gerilim zirve noktasına ulaşıyor. Seçimi kazanan belli olunca kasabada yaşanan sevincin yarattığı sıkışmışlık hissini daha yoğun biçimde kavrıyoruz. Bu aynı zamanda yıllardır tanık olduğumuz yozlaşmış kültürün de kendini dışa vurduğu bir an. Kurak Günler bu noktada tarafını belli etmekten çekinmiyor. Ayrıca filmle ilgili yayılan algı da doğru değil. Film bir eşcinsel ilişkiyi merkeze almıyor. Hatta bunun oldukça belirsiz bırakıldığı söylenebilir. Asıl mesele o değil çünkü. Eşcinsel gerilim bir yan öykü olarak, merkez gücün kendisine mensup görmediği her şeyi dışlama ve yok etme eğiliminde oluşunu gösteriyor. İktidarın bir güç olarak uyumlu, huzurlu bir hayatın nasıl da karşısında olduğunu izliyoruz. Obruk metaforunun odağında da bu zeminsizlik yatıyor. Emin Alper, tüm bu eleştirel unsurları her açıdan iyi planlanmış senaryoda toplamayı başarıyor. Dahası film sinematografi, kurgu gibi unsurları yetkin biçimde kullanarak seyirciye bütün o boğucu gerilimi sonuna kadar yaşatıyor. Ve ortaya müziğiyle, atmosferiyle ve politik eleştirisiyle her bakımdan çok güçlü ve son yıllarda görmediğimiz kadar cesur bir film çıkıyor. Filmin yeni bir aydınlanma ve iyileşme süreci için geniş kitlelere gereksinim duyduğu ilhamı vereceğini düşünüyorum. Çünkü yaşadığımız karanlığın son bulması için bu ilhama hepimizin cesur biçimde ve sağduyuyla tutunması gerekiyor.