Bu hafta gündemimiz Altın Portakal aslında. Türlü tartışmalara, engellere, ilginç kararlara rağmen 60. yılına koşan festival ülkemizin en köklü, en önemli sinema buluşması olmayı sürdürüyor. Çoğu kez magazin haberleri, ufak tefek sansasyonlar ve büyüklerin yönlendirdiği adaletsiz sonuçlarla karşımıza çıkıyor ama olsun, uluslararası düzeye tam anlamıyla ulaşamamış olsa da festivalin özellikle yerli filmlere gönül vermiş sinemaseverler için anlamı büyük. Cumartesi akşamı belli olacak sonuçlara odaklanmışken geçen yılın festivalde ses getiren filmlerinden biri olan Zuhal çıktı karşımıza. Film festival maratonunu tamamlayıp geçen hafta az  sayıda salonda gösterime girdi. Böylece Nihal Yalçın’ın performansını festival dışında görüp yorumlayabiliriz. Zira biliyorsunuz geçen yıl En İyi Kadın Oyuncu ödülünü bu filmdeki rolüyle Nihal Yalçın kazanmıştı ama törende Tamer Karadağlı’yla yaşanan tuhaf olay filmden ve performanstan çok konuşulmuştu.



SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



BAŞARILI BİR İLK FİLM

Bu yersiz ve belki biraz da trajikomik hadisenin ayrıntıları bir yana, Nihal Yalçın’ın Zuhal’de kendini gösteren, olumlu bir performans sergilediğini söylemek gerek. Yalçın çok doğal bir komedi oyuncusu ve burada biraz ironik bir mizahın içinde hem komik hem dramatik bir rolün hakkından geliyor. Tabii bu noktada üzerinde çalışılmış, günlük ayrıntıları incelikle gözlemlemiş bir senaryonun katkısı da büyük. Üstelik bu aynı zamanda bir ilk film. Nazlı Elif Durlu’nun geçen yıl Ziya Demirel’le ürettikleri ortak çalışmaların ikincisi. Diğeri Adana’da en iyi film ödülü kazanan Ela ile Hilmi ve Ali. O filmi Ziya Demirel yönetmişti, Zuhal ise Nazlı Elif Durlu’nun ellerinde var olmuş. İlk filmlerin büyük kısmının düştüğü hatalara da pek düşmüyor, kapalı mekânlarda geçmesine karşın akıcı ve inandırıcı olabilen bir film. Üstelik epeyce de eğlenceli.

HERKES KENDİ DÜNYASINDA

Filmde İstanbul’un aydınlık denebilecek bir semtinde yalnız yaşayan bir avukatla tanışıyoruz. Zuhal, annesiyle biraz bildik sorunlar yaşıyor. Muhtemelen bu tür bir yakınlığı ailevi bir denetim, kontrol gibi algıladığı için. Erkek arkadaşı Dubai’de çalışıyor ve ancak görüntülü aramalarla haberleşiyorlar. Bu aramalar tensel ihtiyaçlar için de aralarındaki tek yol. Stresli, dertli tasalı yaşamında herkesten ve her şeyden uzak yaşayan Zuhal’in kapalı yaşamı bir gece nereden geldiğini bilmediği bir kedi sesiyle değişiyor. Duyduğu incecik miyavlamanın apartmandan geldiğini düşünen ve kaynağını bulmak için harekete geçen kahramanımız bu sayede komşularıyla tanışıyor ve ortaya ister istemez bir tipler galerisi çıkıyor. Hayatın hayhuyu içinde devinip duran apartman sakinleri, türlü dertler, bağırışlar, gürültüler içinde birbirlerini duymuyorlar ki kedi sesinin farkına varsınlar. Bu durum yaşadığı iletişimsizlik ve yalnızlık yüzünden Zuhal’de ‘acaba hayal mi görüyorum’ duygusu uyandırsa ve çevresindekileri inandırmayı başaramasa da araştırmayı sürdürüyor. O devam ettikçe kendini hissettiren değişim duygusu filmin tonunu da belirliyor.

Zuhal’in hemen hemen tek mekân üzerine kurulu enerjisi pek tökezlemiyor aslında. Çünkü yüzeyde kedinin aranışından kaynaklı bir merak duygusu var. Bu duygu seyirci için Zuhal karakterini daha iyi tanımanın yolu da oluyor. Mesleğine ilişkin çok yoğun bilgi sahibi değiliz ama avukat oluşu filmin geneli açısından önemli. Filme adını veren bir karakter olduğu için öykünün düğüm noktasının onda olduğunu hissediyoruz. Bu bir yandan son dönemde bu ülkede yaşananların belirsiz birer izdüşümü, ‘görmezden gelme’ kültürünün de bir tür yansıması sayılmalı. Film bir apartmanda geçtiği için karakterlerin hep birden buralara ait bir alegorinin parçaları olduğunu düşünülebilir. Fakat seyirciye bu kolaylığı vermiyor yönetmen. Çağrışımlar edinsek de referanslar belirgin değil ve özellikle gönderme yapıldığı, her karakter ve durumun hesaplandığı yönünde bir emare taşımıyor. Böylece filmde daha rahat gezinebiliyoruz.

BAŞKALARININ VARLIĞI

Zuhal’in öyküsünü temelde iletişimsizliğin yarattığı bir kopuklukla bağdaştırmak gerek. Çevresinde olup bitenlerin farkında olmayan ve bir bilinçlenme yaşayan kahramanımızın orta üst sınıfa mensup bir avukat oluşu filmin asıl derdinin ülkenin aydınlarıyla ilgili olduğunu düşündürüyor. Özellikle son dönemlerde toplumsal sorunlara sırtını dönen, gündelik politikaların yönlendirdiği, kabuğuna çekilmiş bir sınıfın temsilcisi gibi okumak mümkün onu. Ama tabii sadece bu noktadan bakmak yeterli değil. Zuhal’in apartman komşularıyla temasları arttıkça, onların dünyasına dâhil olmaya başladıkça değişen bakışı, kırılan kabuğu filmin omurgasını oluşturuyor. Özellikle ikinci yarıda buralardan devşirilen mizahın yanında Zuhal’in tanıdığı ve dertlerine ortak olduğu kadınlar da önemli bu sebeple. Çünkü bireylerin içe kapalı dünyasından nemalanan bu sistemde, kendi yaşamlarına itilmiş insanların hikâyelerine bakmak, öyle değilmiş gibi gözükse de onlarla benzer bir yaşam sürdüğümüzü gösteriyor bize.  Zuhal de ülke gerçeğini yaşayan bir kadın olarak bu durumun farkına vardıkça kendi dünyasındaki sıkıntılar da anlamlı bir noktaya doğru gidiyor. Sonuçta mesleği gereği o, ses çıkaramayanların sesi olmak zorunda. Kedinin sembol düzeyinde olmasa da filmin odağına böyle bir katkısı var. Ayrıca o sesi ondan başka koca apartmanda sadece kapıcının küçük kızının duyması da yetişkinliğin duyarlılığı nasıl da yok ettiğini gösteren çok hoş bir ayrıntı. Film böyle incelikli anlarla, değerli ayrıntılarla dolu.

Nazlı Elif Durlu belki pek çok kişinin buradan film çıkmaz diyebileceği bu öyküyü Ziya Demirel’le birlikte başarıyla hayata geçirmiş. Ayrıca kadın kahramanların merkezde olduğu öykülerin kadın yönetmenler tarafından anlatılmasında çok farklı bir duyarlık ve hassasiyet var. Filmin bunu da taşıdığını ve seyircinin zihninde berrak bir yerde durduğunu belirtmek gerek. Film bittikten sonra nahif bir duygu kök salıyor, toplumsal değişim için gereken çabanın içeride bir yerde olduğunu ve bazen dışarısı ne hâlde olursa olsun ona ulaşmak için emek vermek gerektiğini duyumsuyoruz. Öykünün gidişatına göre zayıf bir final diye yorumlayanlar da oldu ama aslında umutla bitiyor film. Değişimin bireylerin kendilerini fark etmelerine bağlı olduğunu ve yaşamı paylaştığımız her şeye özel bir dikkatle bakmak gerektiğini göstermek istiyor. Bunu da bir ilk filme göre gayet başarıyla yapıyor.