(*) Bu yazıda filmin sürpriz gelişmelerinden kısmen bahsedilmektedir.

Aslında elbette insanlar ikiye ayrılmaz. Hangi kıstaslarla, nereden bakarsak bakalım bir indirgeme yapmış oluruz. Film de bunun farkında. İnsanların kapitalist sistemin işleyişi nazarında ikiye ayrıldığını iddia ediyor aslında. Daha doğrusu kapitalist düzenin temsilcisi  karakterlerden birine yaptırıyor bu ayrımı. Sistemin bizi nasıl gördüğü üzerine bir tespit bu. Ve maalesef bu açıdan bakınca içine düşürüldüğümüz bu durum pek de yanlış sayılmaz. Alacaklı-borçlu, zengin-fakir gibi ikili düzlemler, inşa edilmiş bu vurgun düzeninin rasyonel biçimde kurulması için insanları kafaya alan boş kavramlar. Ne ki dünyada hangi gelişmeler olursa olsun, ekonomik ve siyasi düzen, bizi daima bu ayrımlardan birini seçmeye zorluyor. Çoğu kez de seçim şansımız bile olmadan bir ortamın içine doğuyoruz ve sonra da eğer yoksul taraftaysak debelenme başlıyor.

İşte bu tür düşünceler arasında seyircisini dolaştıran, Tunç Şahin’in önceki yıl severek izlediğimiz filmi geçen haftalarda Netflix kütüphanesinde yerini aldı.  Yönetmen filmin çıkış noktası olan borçlanma olayının 2016’da başına geldiğini, senaryoyu yaşadığı can sıkıcı durumdan yola çıkarak yazdığını belirtmiş. Bu bilgiyi öğrenince filmin aslında  sistemin işleyişine karşı yönetmenin kurguladığı bir tür temsili intikam olduğunu düşündüm. Hikâyenin kuruluşu ve sürprizlerle ilerleyişi de bu açıdan çok daha anlamlı oldu.



SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



PARAMIZIN PEŞİNDEKİLER

Film, bankalara olan borcunu ödeyemeyenlerden söz konusu meblağları tahsil etmek için kurulmuş bir şirketin iki çalışanı etrafında örülüyor. Giriş sahnesinde, kötü bir olayın meydana geldiğini anlıyoruz. Banka, bir müfettiş göndererek soruşturma başlatmış. İki çalışan Duygu ve Bahadır sorguya çekiliyor. Sonra geri dönüşlerle olayları izlemeye başlıyoruz. Duygu ve Bahadır arasında sürüp giden bir prim savaşı var. Borçluları köşeye sıkıştırdıkça ve ödeme yapmalarını sağladıkça takdir gördükleri bir sistem içindeler. Bu sistemde her yol neredeyse mübah. Şirketin kanca taktığı yeni borçlu Ceren’i köşeye  sıkıştırmaya çalışıyorlar. Bahadır’ın ay sonu kotasını doldurması gerek. Duygu da şirketin en verimli çalışanlarından biri olarak Ceren’in dosyasından kendisi prim almak istiyor. Bahadır, Duygu’yu engellemek için Ceren’le yakınlaşıyor ve ona yardım edeceğini söylüyor. Duygu ise karşı hamle olarak Bahadır’ın Ceren’e yalan söylediğini,  eğer Ceren kendisine yardım eder, Bahadır’ın konuşmalarını gizlice kaydederse borcunu sileceğini söylüyor.  Film bu noktada bir köşe kapmaca oyununa dönüşerek, seyirciyi birkaç kez ters köşeye yatırmayı başarıyor.

Tunç Şahin’in yönetmenliğini, ilk uzun metrajlı filmi Karışık Kaset’te oldukça başarılı bulmuştum. Ana akım romantik filmlere gerçekten özenli ve duyarlı bir sinema dokunuşuyla can vermişti. Ardından BluTV için  oldukça sağlam yazılmış 7 Yüz projesi geldi.  İnsanlar İkiye Ayrılır da yönetmenin sinemacı olarak yerini sağlamlaştıran, bundan sonra çekeceği filmleri merakla beklememize neden olacak bir çalışma.

SIKI ÖRÜLÜ SENARYO

Bu filmle özellikle Türk Sinemasında çok az başarılan bir anlatımı hakkıyla yerine getiriyor Şahin. Genelde Amerikan Sinemasında görmeye alıştığımız, sürprizli, ters köşeli ve tutarlı senaryo anlayışını başarıyla kurguluyor.  Bunu yaparken geriye dönüşleri yerinde ve kararında kullanmış.  Filmin genel havası için bir tür modern kara film ruhu taşıyor diyebiliriz. Bu tip bir yapının bizde sağlam örnekleri verilmiş sayılmaz. Özellikle de hikâyenin bankacılık sektörünü ele alması bana kalırsa çok değerli. Çünkü Türk sinemasında alengirli işleri konu alan suç filmleri hep mafya düzeyinde temsil ediliyor.  Bunların da hemen tamamı gerçek dışı, anlamsız çalışmalar. İnsanlar İkiye Ayrılır’ın bu anlamda çok olumlu bir örnek olacağını düşünüyorum. Özellikle son yirmi yılda ülke insanının sistematik olarak borçlandırılması ve bankalar üzerinden yürüyen sermaye savaşları, el atılması gereken, değerli bir konu. Tabii film burada ana akım sinema yaklaşımlarının dışına pek çıkmıyor. Sistem eleştirisi noktasında seyirciye söylediği pek çok şey var, fakat yine de kurulan öykünün iyi düşünülmüş bir kurmacadan fazlası olmadığını anlayabiliyoruz. Sistemdeki sorunlardan kaynaklanan boşluklar; sürükleyici, ters köşe yapan bir filme imkân veriyor. Ama acaba hayatta da böyle şeyler oluyor mu?

PEKİ GERÇEK VURGUNLAR?

Gerçekte yaşanan vurgunlar, büyük şirketlerden ziyade halkın bilgisizliğinden yararlanıp herkesi dolandıran örneklerden ibaret.  Filmin bu anlamda finalinde, bir tür rahatlama hissi yaşattığını söylemek mümkün. Ama tabii kapitalist sistemin oyuncularına karşı gerçek yaşamda böylesine bir zafer elde etmek mümkün mü sorusu, dediğim gibi havada kalıyor. Tabii içerde dönen dolaplara eğilen başka bir senaryo, kuşkusuz bambaşka bir filmin ortaya çıkmasına neden olurdu. Bizim gibi bu konular üzerine film üretmekte kısır bir sinemada bu açıdan böyle bir deneme bulmak bile önemli. O yüzden henüz izlemediyseniz ve film de hazır Netflix’teki eli yüzü düzgün birkaç Türk filminden biri olarak yerini almışken fırsat yaratıp mutlaka izlemenizi öneririm. En azından kanımızı, iliğimizi emen bu kör olasıca sisteme dair mantıklı, dişe dokunur bir kurgu izlemiş olacaksınız.