Bu sorunun cevabını vermeden önce bazı ek sorular daha sormamız gerekir sanki: Hangi insan, nerede, hangi coğrafyada yaşayan, hangi jenerasyondan olan, hangi yaştaki, hangi zamanda, çağda yaşamış olan insan?
Elbette başka sorular da eklemek mümkün ama uzatmayayım. Lakin, anlaşılan o ki basit bu gibi bir soruya bile cevap verebilmek için başka tamamlayıcı sorulara da cevap vermek bir zorunluluk gibi görünüyor.
Öyle ya, bugün son model herhangi bir teknolojik alete sahip olmayı istemek normal iken M.Ö. 10.000’de ucu sivri bir kemik parçasına sahip olmayı istemekti normal olan, eğer hayatta kalmayı önemsiyorsanız. Ya da etrafında gözlemlediği, çoğunlukla yaralanma ve hastalık sebepli genç yaştaki ölümlerden farklı bir kaderi olmasını ve biraz daha fazla yaşamak, dünyanın, en azından kendi keşfedebildiği ve görebildiği sınırlar içerisindeki dünyanın nimetlerinden biraz daha fazla yararlanmayı istemek de normal olabilir geçmişte bir yerlerde. Demek ki her zaman, her çağ, muhakkak ki yeni, farklı istek ve arzular uyandırıyor insanın içinde ve aklında. İnsan hem yeni şartlara adapte olmayı başarabilen hem de içinde bulunduğu şartlardan yeni şartlar doğuracak gelişmeleri ortaya çıkarabilecek kadar yetenekli bir canlıdır.
Dolayısıyla insanın istekleri de aslında yine kendi gelişim sürecinin sonucunda ortaya çıkan, aşmak üzere kendi önüne çıkardığı birer basamak veya eşiktir. Abraham Maslow’un herkesçe bilinen, kimsenin ağzından düşürmediği, “Maslow Teorisi” de denilen “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” vardır. Üniversitede tüketici davranışı dersi aldığım pazarlama hocam Prof. Dr. Nejat BİLGİNER bu ifadenin doğrusunun “Gereksinimler Hiyerarşisi” olduğunu söylediğinden beridir bu kavramı ben de kendi eğitimlerimde aynı şekilde kullanırım. Zira gereksinim, giderilmediği takdirde insanın hayatına mal olacak olanları ifade eder. Bu hiyerarşinin ve bunu göstermek için kullanılan piramidin en altında; yeme-içme, üreme, uyku ve giyinme / soğuktan-sıcaktan korunma gibi gerçekten giderilmediği takdirde insan yaşamının bireysel ve toplumsal olarak sonlanmasıyla sonuçlanacak “Temel / Fizyolojik Gereksinimler” vardır. İhtiyaç ise giderilmesi gereken ama giderilmediğinde de yaşamsal bir sorun yaratmayacaklar için kullanılır. Yani su içmezseniz ölürsünüz ama harici veya ek olarak bir başka sıvıyı tüketme ihtiyacı hissedebilirsiniz. Yine de suyun bir ikamesi yoktur.
Piramidin en altındaki gereksinimlerle başlayan hiyerarşi zamanla, çoğunlukla ihtiyaç kabul edilebilecek aşamalarla devam eder. “Güvenlik, Sevgi / Ait Olma, Saygı Görme / Gösterme ve Kendini Gerçekleştirme” bu piramidin altından en üstüne doğru sıralanır. Bu şu anlama gelir:
İnsan en alttan başlayarak kademe kademe bu piramitte yükselir, temel gereksinimleri giderdikten sonra sıradaki ihtiyaçlarını gidermek için çabalar ve elindeki kaynakları bunun için harcar. Dolayısıyla istemek veya niyeti olmak tek başına bir şey ifade etmez, ayrıca uygun maddi kaynaklara da ihtiyacınız vardır. Maslow’a göre bir sonraki ya da üstteki aşamaya geçmek için şu anda bulunduğunuz ihtiyacı yüzde yüz gidermeye de gerek yoktur, yeteri kadar giderilen ihtiyaç bir sonraki aşamaya geçmenin önünü açar.
Bir insan önce karnını doyurmak, hava koşullarından korunmak için giyinmek (günümüzde ahlaki bir gereklilik de olduğu için), soyunu sürdürmek için üremek (bugün pek de sadece öyledir denilemez) ister. Bunları gideren bir insan hem kendisi hem de ailesi için hem dış dünya hem de hastalıklardan korunmak yani güvende olmak ister. Bunları da başaran bir insan sevilmek ve bir gruba ait veya üye olmak ister. Daha sonra ise içine girdiği ya da bulunduğu toplulukta saygı görmek, takdir edilmek ve bir statü sahibi olmak ister. En sonunda ise hepsinin üzerinde temellenmiş ancak hepsinden ayrı olarak; kendi özüne, olduğu kişinin en iyi versiyonuna ulaşmak, bunu dış dünyaya yansıtıp içsel bir tatmin elde ederek kendini gerçekleştirmek ister. Her ne kadar bu şekilde sıralayınca kolaymış gibi algılansa da ya da on binlerce yıldır insanlık bu aşamaları döngüsel olarak yaşıyor olsa da farklı coğrafyalarında piramidin iki ucunda gidip gelen hayatların olduğu bir dünyada yaşadığımız da bir gerçekliktir.
Peki bu, her insanın kendi doğumu ile başladığı, kendi çaba ve emeği ile sürdürdüğü, üstesinden geldiği ve ölümü ile sonlanan bireysel bir süreç mi yoksa insanlığın geçmiş mirası üzerinde temellenen, kazanç ve kayıplarıyla ortaklaşa yaşanan bir şey mi? Her ne kadar gelişmiş, önceki hallerinden daha iyisine evrilmiş bir insandan ve onun kurguladığı, geliştirdiği bir medeniyet ve toplumdan bahsediyor olsak da hala Maslow’un piramidinin en altında sıkışıp kalmış insanları nasıl açıklayabiliriz bilmiyorum. Zira bu, bugünkü insanlığın, tüm insanların iyiliği, mutluluğu ve refahı için henüz bir bütün olmadığı, olamadığı, belki de olmak istemediğini gösterir. Bu da demektir ki bazı insanların istekleri; kendileri, yakın çevreleri, toplumları, ırkları, inançları veya ülkeleri ile sınırlıdır. Yani kendisi için istediklerini kendinden olmayanlar için istememekle kalmayıp kimi zaman, iyilikle ve evrensel etikle bağdaşmayacak durum ve sonuçları onlar için dileyip gerçekleşmesi için gereken, elinden gelen kötülüğü ardına koymamaktadır. Her ne kadar bir genelleme olmasa ve dünyanın her yerinde bunu başarmışlar çokça bulunsa da bu, insanlığın bir bütün olarak olgunlaşamadığı yani tam anlamıyla eksiksiz, yetkin olmayı başaramadığı; piramidin en tepesine çıkıp henüz kendini gerçekleştiremediği anlamına gelmektedir.
İnsan pek çok şey ister şüphesiz. Ama öncelikle insan olmayı istemesini istememiz sanırım ki hepimizin ilk ve en büyük isteği olmalıdır. Aksi takdirde insanlık, var olacağı tüm zamanlarda, henüz; bir insana layık şekilde karnını doyuramayan, başını sokacak bir çatısı, giyecek kıyafeti olmayan toplumları kendi eliyle var kılacaktır. Kendi aklının kötülük kaynaklarından doğmuş mazeretlerin hepsinin sebebinin sevgi eksikliği olduğunu görmeyen insan her ne isterse istesin ne elde ederse etsin, kendi yarattığı bu ateş çukurunda asla mutlu ve huzurlu olamayacaktır.