Zamanın birinde, çok güzel bir şehir varmış. Masal bu ya, şehirde yaşayan insanların tamamı görme engelliymiş. Bu şehre bir gün bir kervan gelmiş. Kervanda da devasa filler varmış.
Şehirde yaşayanlar o güne kadar bu hayvan hakkında hiçbir şey duymamış, dolayısıyla kimsenin fil hakkında bir bilgisi de yokmuş.
Şehir halkı kervana akın etmiş. Uzaktan sesini duydukları hayvanın neye benzediğini öğrenmek istemişler. Kervan sahiplerinden izin istemişler, içlerinden biri elini file doğru uzatmış. Hayvanın uzunca kulağı eline gelince, ‘anladım’ demiş, ‘bu kalkana benzeyen bir hayvan.’
Bir başkasının eline filin hortumu denk gelmiş. O da filin yılana benzediğini söylemiş.
Bir başkası bacağına dokunmuş. Sütun gibi bacakları var, uzun boylu ve çok güçlü bir hayvan olmalı diye düşünmüş.
Bir başkasının eline filin dişleri gelmiş. Bu boynuzlu bir hayvan demiş.
Kim filin neresine dokunduysa, el yordamıyla neye benzetiyse hayalinde de öyle canlandırmış.
Fil hakkında meraklarını giderince herkes kendi mahallesine dönmüş. Mahallelerindeki halka da tasavvur ettikleri şekilde fili anlatmışlar. Her mahalle ayrı telden çalmış. Her mahalle kendine anlatılana inanmış. Kimileri fil bir çeşit yılandır demiş, kimileri boynuzlu hayvandır, kimileri de kalkanı olan bir yaratıktır demiş. Kimisi de çok uzun boylu bir sütun gibi bir hayvan diye tanımlamış.
Velhasıl her biri bir parça doğru söyledikleri halde bütünü göremedikleri için bir türlü anlaşamamışlar ve araları açılmış. Kavga etmişler.
Bu hikâyenin bir de Mesnevi yorumu vardır. Mevlana, Mesnevisinde şöyle anlatır, “Karanlık bir ortamda bir fili nasıl tanımlarsınız? “Fili târif et!” dendiğinde, herkes bu devâsâ hayvanın bir uzvunu geçirecektir eline. Birisi kulağını, diğeri hortumunu, bir başkası ayağını yakalar ve bir şeye benzetir fili. Oysa fil bunların hiçbiri değildir; hepsidir belki ama tek başına hiçbir parçası fili bütünüyle temsil etmez.”
Bu yazıdan sonra gelecek muhtemel eleştirilere, Muhyiddin İbn’ül Arabi’nin ‘Anlam dinleyene aittir’ cevabını vererek ve şu cümlesini not düşerek yazımıza devam edelim: “Kendi inancınızda, farklı inançları yok sayacak derecede kaybolmayın...”
---
İzmir grevi de aynı bu fil hikâyesine döndü. İktidarın hayatımızı zindana çevirdiği bu karanlık günlerde hepimiz neresinden tuttuysak orasından algıladık grevi. Romantik sol-sosyalistler bunu bir emek-sermaye çatışması olarak görmeyi tercih etti. Sanki bir sınıf mücadelesi yapılıyormuşçasına militan tavırlar içine girdiler.
Ha bu arada bulanık suda balık avlamaya çalışan sözde sosyalist eskilerine de gün doğdu. Belediyeden nemalanamayan ya da yakın zamanda arpaları kesilen bu tipler ilk günden itibaren Cemil Tugay’a saldırdılar, onu grev kırıcı, emek düşmanı, uzlaşmaz, kavgacı biri olarak sürekli eleştirdiler. Bu tipler grevin yan ürünü olarak ortaya çıkıp kendilerini bu kısa sürede olsa önemli şahsiyetler gibi görme zevkini tattılar.
Yine kurt puslu havayı sever misali grevci işçilerin etnik kökenini, siyasi tercihlerini, dini inançlarını sorgulayan, örgütlenme ve emek düşmanı, ‘bunları kov’ çığlıkları atan sözde İzmirli ve sosyal demokrat geçinen gizli faşistler de deşifre oldu. Ama yazımızın konusu bu goygoycular değil elbette.
**
Grevin dört başat aktöründen biri olan DİSK yöneticileri bu grevin kaybedenleriydi. Kabadayı tavırlar, sert söylemler ve üstten bakışları üye işçiler arasında da eleştiri aldı.
DİSK Genel İş 2 No'lu Şube Yöneticisi Eren Bilgen’in İzmir medyasına ayar vermeye kalkması, DİSK sosyal medya hesaplarında ve WhatsApp gruplarında boykot listeleri yayınlanması, DİSK Genel İş 2 Nolu Şube Başkanı Ercan Gül’ün “Cemil Tugay, Allah var iyi temizliyor, çöp topluyor. Bundan sonra yerde çöp görürsem, arayacağım; ‘gel Başkan, topla’ diyeceğim” sözleri, ilçe belediyelerinin çöpleri toplamasına engel olunması, greve katılmayan işçiler için rapor alın işe gitmeyin çağrıları, DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı’nın üstü kapalı oy tehdidi, İzmirliler nezdinde sendika yönetimini sevimsiz duruma düşürdü.
Kaybedenler arasında CHP’yi de sayabiliriz. Grev boyunca ortada gözükmeyen, çözüme katkı koymayan İzmirli vekiller, Cemil Tugay’ı yalnız bırakan CHP yönetimi de sınıfta kaldı.
Başkan Cemil Tugay ise süreci başından itibaren kontrollü bir şekilde sürdürdü, halk desteğini arkasına aldı, algıyı iyi yönetti.
**
İki de mağduru var grevin; önce günlük yaşamları olumsuz etkilenen İzmir halkı, bir diğeri ise DİSK üyesi işçiler.
Grevci işçiler emeklerinin karşılığını almak, pastalarını büyütmek için sürdürdükleri bir hak mücadelesi olarak gördü yaşananları ve ona göre davrandı. Onların bakış açısından bu gayet doğruydu. Ama ortada bir emek-sermaye çatışması yoktu. Çünkü karşılarında kapitalist bir patron yoktu. Kamu adına görev yapan ve kamuya ait parayı adaletle dağıtması gereken bir yapı vardı pazarlık masasında.
Pastanın büyümesine ve emeğin bu pastadan daha çok pay almasına engel olan yapısal ve uzun zamandır devam eden gerçekler pek de gündeme gelmedi. Eş-dost-siyasi bağlantılar ile şişirilen kadrolar, bankamatik çalışanların durumu pazarlık masasında yoktu. Bu konuda kulaktan kulağa yayılan şehir efsanelerine de iki taraf da net yanıt vermedi.
Bu efsanelerden biri sendika yöneticilerinin 50’ye yakın eş-dost ve akrabalarının belediyede çalışıyor olması, bir diğeri de bir dönem önce DİSK’e verildiği söylenen 200 kişilik kontenjanın para karşılığı satılarak belediyeye işçi sokulması. Bu iki söylentinin ya da iddianın bir an önce açıklığa kavuşması hem DİSK hem de Büyükşehir Belediyesi hem de çalışma barışı ve kamusal vicdanın tatmin edilmesi için elzem.
İzmirliler pazarlık masasındaki iki maddeyi anlamakta zorluk çekti. Birincisi işe teşvik primi, bir diğeri de sağlık raporu almayan işçilere 46 ek yevmiye verilmesi. İşsizliğin bu kadar yüksek olduğu bir toplumda sendikanın bu iki konuda ayak diremesi, günlük rutini bozulan, çöpleri toplanmayan, grevden etkilenen ve sinirleri bozulan İzmirliler tarafından pek hoş karşılanmadı.
**
Bu fil hikâyesi nasıl sonuçlanır diyorsanız, elbet bir yolu var. Bütünü tüm parçalarıyla görmek, duygudaşlık yapmak, şeffaf olmak, kavgacı dilden uzak durarak konuşmak, tartışmak ve sorunları demokratik yöntemlerle çözmek tek çıkar yol.
Yoksa fil kervanının Reis’i bu karanlık ve puslu ortamda ellerini ovuşturup gülmeye devam edecek…