Yine başladı o meşhur dönem. Transfer sezonu… Kulüpler birbirine girmiş, menajerler telefonları ellerinden düşürmüyor, taraftar forumları yangın yeri. Sosyal medyada herkes bir scout, herkes bir sportif direktör. Ama ortada çok net bir tablo var: Türkiye’de futbol hâlâ ayağını yorganına göre uzatmayı bilmiyor.
Daha sezon yeni bitti, borçlar diz boyu, UEFA kapıda "finansal fair play" diye homurdanıyor ama bizim kulüpler 30’luk oyunculara 3 yıllık kontratlar, astronomik imza paraları dağıtıyor. Nakit yok ama transfer çok. Sanki Monopoly oynuyoruz. Herkesin bir hayali var: “Bu sene şampiyonluk gelecek.” Gelmese ne olacak? Borçlar bir kat daha artacak, sonra aynı filmi başa sarıp tekrar izleyeceğiz.
Bazı kulüplerin maaş bütçesi, Avrupa’daki muadillerinden fazla. Ama performans yerlerde. Ne doğru düzgün bir altyapı var, ne de sürdürülebilir bir sistem. Hep günü kurtarma derdindeyiz. “Yarın ne olur?” sorusunu soran yok. Çünkü herkesin ömrü en fazla bir sezonluk. Başkan da öyle, teknik direktör de. Başarı gelmezse valizi toplayıp gidiyor. O yüzden kimse uzun vadeli düşünmüyor.
Kulüp başkanları çıkıp “Bu sene bütçemizi dikkatli yöneteceğiz” diyor, iki gün sonra bir bakıyoruz, adı sanı duyulmamış bir futbolcuya 5 milyon euro verilmiş. Kimse de çıkıp “Bu paralar nereden geliyor?” diye sormuyor. Çünkü bizde başarı anlık, hesap verme kültürü ise yok. Yönetimlerin büyük kısmı kendi cebinden değil, kulübün geleceğinden harcıyor. “Bizden sonrası tufan” anlayışı hâkim.
Taraftar da bu işin parçası. "Yıldız al" baskısı öyle bir noktaya geldi ki, takımı gençleştirmeye çalışan teknik direktör bile dayanamıyor, “bir iki tecrübeli takviye lazım” deyip geri adım atıyor. Sonra bir bakıyoruz, o “tecrübe” dedikleri adam, topa son kez üç sene önce dokunmuş. Yaşı 35, maaşı 4 milyon euro, katkısı sıfır.
Medya da yangına körükle gidiyor. Transfer haberi click getiriyor, reyting kazandırıyor. Kimse “Bu oyuncu gerçekten işe yarar mı?” diye sorgulamıyor. Menajerler içinse Türkiye tam bir cennet. Elinde tutan her oyuncuyu “şu kulüp istiyor, bu kulüp ilgileniyor” diye piyasaya sürüyor. Kulüpler panikliyor, fiyat artıyor. Sonuç? Aynı oyuncuya Avrupa kulübü 1 milyon verirken biz 3 milyon veriyoruz.
En trajik olan ne biliyor musunuz? Bu paraların hepsi bizim cebimizden gidiyor. Vergiden, sponsordan, forma satışından, kombineden… Kulüpler batıyor ama faturayı kimse ödemiyor. Olan yine taraftara oluyor. Şampiyonluk bir ay sürüyor, borç ise yıllar boyunca taşınıyor. Sonra da “kulüp neden iflas etti?” diye ah vah ediyoruz.
Geçmişten ders alıyor muyuz? Hayır. Her sezon başında aynı masal: “Bu yıl her şey farklı olacak.” Ama sonuç hep aynı. Birkaç büyük transfer, birkaç sansasyonel açıklama, bolca borç. Sonra sezon ortasında teknik direktör değişir, devre arasında yeni transferler gelir, sezon sonu sil baştan.
Futbolu seviyoruz, tamam. Ama artık şu gerçeği görelim: Bizim ligdeki transfer çılgınlığı, sportif başarı değil, finansal çöküş getiriyor. Artık aklı başında yönetimlere, gerçekçi hedeflere, genç oyunculara, alt yapı yatırımlarına ihtiyacımız var. “X takım 15 transfer yaptı” diye övünmek değil, “Bu sene zarar etmedik” diye sevinmek gerekiyor.
Yoksa bu kısır döngü, bizi sadece daha derin bir çukura sürükler. Zaten o çukurun kenarındayız.
Daha kaç kere düşmemiz gerekiyor?