“İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.” diyor W.Shakespeare.

Aslında korkularımız yönlendiriyor bizi ve yaşamı korkularımızın etrafında inşa ediyoruz. Etrafını örüyor, görünmez kılmaya çalışıyoruz. Çoğu kez yok sayıyoruz. Fakat bu durum bütün karanlığı ile insan aklını bir kez ele geçirdi mi, bütün kuralları da belirler hale geliyor.

Suçluyoruz. Suçlamak rahatlatıyor. Kendimizi suçluyoruz, başkalarını suçluyoruz. Böylece bir neden buluyoruz. Nedenler sayesinde korkularımızla anlaşmaya, uzlaşmaya çalışıyoruz.

Kimi zaman korkularımızdan kaçıyor, fakat sığındığımız yerde yeni korkular yaratıyoruz. Gerçeği ve doğruyu korkularımız üzerinden belirliyoruz ve böylece kendimize korkunç gerçeklere gömülü bir esaret yaratıyoruz. İşte korkularımıza odaklanıp, bu çukuru evimiz sanıyoruz.

Oysa gerçek tanımlanacak bir şey değil, ancak parçası olunacak, dahil olunacak bir şey ise, bütünüyle bize dair olacaktı. Akıl ile algılamaya çalıştığımız dünyaya hiç dokunmadan, koklamadan alışmaya çalışıyor, hislerimizin uzağına düşüyoruz. Gerçeğin uzağına, insanın uzağına, yaşamın uzağına hatta düşüyoruz. Düşe düşe uçmayı öğrenir mi insan? Böylece aklın ve zamanın da uzağına düşüyoruz.

Susmayı öğretiyorlar ve öğreniyoruz. Susmayı bir edep sanıyoruz. İtiraz gerektiren durumlarda kaçmayı tercih ediyoruz. Direnmenin dayanmaya evirildiği bir süreci yaşıyor, çoğu kendimizden bile kaçıyoruz.

Yaşadığımız öğrenilmiş çaresizlik durumu büsbütün bizi kuşatırken, sezgilerimizi, duygularımızı ve heyecanımızı unutup yalnızca akıl ile var olmayı marifet sanıyoruz.

Oysa insan sadece suçluyken kaçmaz. Ama bir kere kaçmaya başladıysan, hep kaçacaksın! Çünkü zamanın ahlakı ile yüzleşmek için bir kahraman olmanız gerekir.(1)

Öyle ki sadece korkaklar, sezgilerini, duygularını ve heyecanını bir kenara bırakıp sadece akıllarına güvenirler. Hakikat diye kabul ettikleri, korkunun ve çaresizliğin dizayn ettiği yapay gerçeğin, esiridirler. Oysa hakikat akılla ya da başka bir şeyle kavranmaz. Ancak onun parçası olunur.
Böylece adil olmak aynı zamanda adil yaşamak demektir. Oysa egemen anlayış bize korkularımız ve sessizliğimiz içinde bir yaşamı hazırlar ve bunun için elindeki bütün organları kullanır. Çünkü, iktidarlar öncelikle boyun eğdirilmiş bedenler yaratmayı amaçlar.(2)

Böylece insanlar, olmak istediğine değil, olması gerektiğine dönüşür. Korkuları ve suskunluğu içinde yaşayan bu tek tip insan güruhunu bir yerden bir yere taşımak ya da bir amaca yönlendirmek için artık tek bir doğru ya da tek bir dizayn edilmiş gerçek yeterlidir.
Çünkü, bir yerde herkes birbirine benziyorsa; orada kimse yok demektir.(3)

Korkularımızın açtığı çukurdan çıkmanın tek ve gerçek yolu ise, sesimizi daha güçlü çıkarmaktan başka bir şey olamaz. Susmak, tercih, korunma ya da saygı gösterme biçimi değil, aksine konuşmadan kaçınmak, gerçekleri söylememek ile ortaya konan davranışsal bir yalan söyleme biçimidir.

Susmak sabretmek değil, içine atarak yapılan en yavaş intihar biçimidir.
Susmak bir gerek ya da tavır olamaz. Çünkü konuşmak marifetli bir direniştir.
Susmak bir başkası olmayı, ortalama bir insana dönüşmeyi kabullenmek ve bununla memnun olacak kadar kendi varoluşunu reddetmektir.

Çünkü ahlak doğru bildiğini paylaşmak ve hakikatin parçası olmayı ve onu büyütmeyi bir mesele edinmektir.
Çünkü sessizlik bir edep değil tam tersine insan doğasına karşı işlenmiş ciddi bir suçtur.

Özgür insan, saygıyı hak edene, korkak olan saygıyı ihtiyaç duyana gösterir.

Çünkü; Günümüzün sorunu artık ne olduğumuzu keşfetmek değil, olduğumuz şeyi reddetmektir.(4)

“Karanlık dönemlerde peki, şarkı da söylenecek mi? Elbette şarkılar da söylenecek belgeleyen karanlık dönemleri.” (5)

Alıntılar
(1) (2) (3) (4) Michel Foucault
(5)Bertolt Brecht)