Şiir ve Disiplinlerarası İlişkiler Serisi -4

Müzik ve Şiir ilişkisi üzerine

Öznenin varlığından bu yana onun bir parçası olan sanat, özneye estetik ve düşünsel boyut kazandırırken değişim-dönüşüm için de cesaret, güç verir. Özneyi daha duyarlı ve anlamlı kılar.

Sanatçı verili gerçeklerin ve nesnel dünyanın kaygısı ve değişim arzusu ile geleceği imler ve bugünü sorgular. İstek, umut, beklenti, değişim, dönüşüm gibi arzuları görünür kılar. 

Antik çağlardan günümüze ses ve çalgılar her çeşit törenin vazgeçilmezi olmuş ve MÖ 300-500 yıllarında, müzik toplumları bütünüyle etkisi altına almıştır.

Helenistik dönem şiirin ve müziğin bir arada iç içe geçtiği bir dönemdi. Törenlerde bir bütün olarak kullanılırdı. Müziğin ilk ortaya çıkışının ise, MÖ 3000’li yıllarda Mezopotamya’da olduğu söylenir fakat yakın dönemde yapılan araştırmalar Mezopotamya öncesi Anadolu’da müzikle karşılaşıldığını ileri sürüyor. Aynı zamanda ilkin Yunanistan’da ortaya çıkan Tragedyalar ilk edebi metinler olarak karşımıza çıkar ve müzik, şiir ve tiyatro birlikteliğinin örnekleridir. Tragedya ve Müzik bu bağlamda birbiri arasında ilintili olan en eski iki sanat disiplini sayılır.

1450-1650 yıllarında ise, tek seslilikten kurtularak yenilenmeye başlar.
Henry Purcell, müzik edebiyat ilişkisine örnek olacak  Abdelazer’in İntikamı adlı tiyatro müziğiyle günümüze kadar ulaşmıştır.   1750-1827’ler arasında ise Klâsik ve Erken Romantik Dönem’den söz etmeye başlandığında Müzik ve Tragedya ilişkisi Opera Sanatı ile yeniden bir araya gelmiştir. 1900’lere gelindiğinde Franz Liszt, Richard Wagner, bestelediği operaların metinlerini kendi yazmıştır.

Müzikteki anlam arayışları ve şiirdeki melodik yapının öneminin artması derininde müzik-edebiyat birlikteliğini de konu edinir.

Müziğin bir dile ihtiyaç duymadığını ve bir anlam arayışı içinde olmasının gerekli olmadığını ileri süren formalist düşüncenin yanı sıra müziğin edebiyatla ilişkisinden doğacak semantik gücün, anlam ve estetik olarak daha etkin olacağı düşüncesi daha çok yaygınlaşır ve karşılık bulur.

Birkaç örnek vermek gerekirse Franz Schubert’in, Ariel Dorfman’ın “Ölüm ve Kız” adlı tiyatro oyunu için yaptığı bestesi hatırlanabilir. Ayrıca Gabriel Faure, Maurice Maeterlinck'in tiyatro oyununu senfonik şiir olarak müzik dünyasına taşır. (Pelleas et Melisande). Beethoven ise Goethe’nin “Denizin Sessizliği ve Mutlu Yolculuk” adlı şiir dizisini bestelemiştir.
Yakın dönemde, ülkemizde ise Fazıl Say’ın Nazım Oratoryosu müzik ve şiir ilişkisi bağlamında başarılı örnekler arasında yerini almıştır.

Bu ikili ilişkiye bir de edebiyatın gözünden bakacak olursak; Tek bir kelimenin, bir müzikal bağlamın tamamını açığa çıkarabileceğini söyleyebiliriz.
Benzer şekilde bir notanın, bir ezginin şiirsel bir estetik ile retorik düşünceyi canlandırması mümkündür. 

Kelimeler notaları, notalar ise kelimeleri çağırır ve böylece uyumun ve estetiğin gücüyle sanatın büyülü dünyasına yolculuk başlar.  Şiirdeki her kelime kendi ritmini, her bir dize kendi müziğini saklar ve okundukça, içselleştirip kavrandıkça daha da görünür olur.
Müzikte ise, notalar daha iyi duyulmaya başlandıkça bize anlatmak istediklerini kulağımıza fısıldarlar. Bu mükemmel soyutlamanın zihnimizde yarattığı çağrışım ve ansal çoğalma her iki sanat disiplinini daha çok besleyen ve derinden büyüten bir birlikteliği sonsuz kılar.

Umberto Eco'ya göre edebiyat bize hayal etme ve karar verme özgürlüğünün kapılarını açar. Bizi dil’in belirsizliklerinden kurtararak imge kurma gücümüzü artırır ve düşsel olanla nesnel arada bir arada kavrama becerisi kazandırır. Böylece yaşamın belirsizliklerinden de kurtarır.
Müzik, şiire her zaman dahil olmuştur. Bu kimi zaman herkes için görünür olsa da, çoğu kez şiirde anlama ve kavrama yetisinin gelişimi ile git gide belirginleşen saklı bir ezgidir. Müzik her zaman sözcüklerin içindedir ve sözcüklerin ritmi, şiiri diğer edebiyat dallarından ayıran belki de en önemli yapıdır.

Yazıyı bitirmeden önce, edebiyat ve müzik arasındaki ilişkiyi en çok destekleyen sembolizmden bahsetmemek olmaz elbette. 

XIX. yüzyılda dış dünyayı bütünüyle nesnel bir bakış ile ele alan Parnasizm’e karşıt bu düşünce duygulara, iç dünyaya ve düşsel zemine dayanarak, imgeyi öncüler ve nesnel gerçeklik ile insan duyuları arasında bağ kurar. İnsanın anlama ve kavrama biçimine göre değerlendirilmesi gereken nesnel dünya, izlenimler ve hisler olmadan önemsizdir. Müziğin kusursuz ahengini edebiyatın merkezinde görür ve şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlar.

Böylece müzik ve şiir ve hatta tragedyalardan da söz edeceksek, müzik, şiir ve tiyatro ilk dönemlerinden bu yana kol kola yürüyen ve birbirini besleyen dostlardır. 

Şiirin anlamın ve ahengin uyumu olduğunu söyleyen Ahmet Haşim, Piyale adlı kitabının önsözünde şöyle diyor; "Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, ama duyulmak üzere oluşmuş müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın, ortalama bir dildir"