Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde kitabının önsözünde  “Bütün bir Felsefe Tarihi’nin yanlış olduğunu kabul edelim ve öyle başlayalım” der  ve devam eder: “Diyelim ki; bütün filozoflar bir Felsefe Circe’si tarafından aldatılmıştır” Her filozof yoluna böyle başlar. “Belki” diyerek.Peki siz bir an için bütün bildiklerinizin yanlış olduğunu kabul edebilir misiniz? 

Bir adam tanıyorum. Siz tanımazsınız. Zaten tanımayın da. Bazı insanlar vardır. Herkes tanır bilirse bütün büyüsünü kaybeder. İşte öyle bir adam…  Bir baca temizleyicisi.
Ayın arka yüzü gibiydi yüzü.  

Bir gün elindeki torbadan usulca bir şişe çıkardı ve bana uzattı. “İç bakalım” dedi. Hayatımda içtiğim en güzel şarap odur hala. Sonra ellerini dizine koyup, sırtını esnetti, gözlerime baktı. Gözlerindeki hüzün öyle yerleşik haldeydi ki ne çok şeye geç kaldığını konuşmadan da anlatabiliyordu.  

- Tanrı elimize bir keder verdi ve biz onu kader sandık evlat. dedi. 

Gülümsedim. Bir sigara yaktım. “Geç kalmış olabilir miyiz?” 

Çocukluğumda kalabalıkları izler, onca insan, bunca hızla, nasıl oluyor da birbirine çarpmadan bu denli hareket halinde olabiliyor diye hayret ederdim. Şimdi tek tek insanları izlemek zorundayız çünkü sosyoloji diye bir şey de kalmadı. Bu kadar insan ve bunca çaresizlikle, nasıl oluyor da birbirine çarpa çarpa…. 

Oysa kimsenin kimseyi tanımadığı bir evrende herkes ne çok birbirine benziyor. Git gide ortalama bir insana dönüşüyor, bütün insanlık. Biriyle konuşsan, herkesle konuşmuş gibi.

Zaman da insan da gitgide daralıyor. Bununla beraber gerçekler, mesafe ve önceliklerde öyle.  

Hayatta kalmaktan başka hiçbir önceliğimizin olmadığı, sokakları endişe ile dolaştığımız şu günlerde özellikle.  

Durmadan daralan insan, kendi gerçekliğinin içine sıkışıp kaldığını anlar mı acaba. Bunun için yeterince zaman var aslında.  

Kaybettiklerimizi fark ettiğimizde, değer kavramı başka bir hal almaya başlıyor.  Zamanlar, eşyalar, aşklar, dostluklar, insanlar, aile…  

Kaybetmek, bizden bir parçaymış gibi taşıdıklarımızın aslında hiçbir zaman bize ait olmadığı gerçeğini en acımasız biçimiyle hatırlatmıyor mu? Yine de kazanmak kaybettiklerimizi fark etmekle başlıyor sanırım.   

Bütün bunları düşünürken aklıma Kevin Brodbin ve Frank A. Cappello’nun birlikte yazdıkları Constantine filminden bir replik geldi. 
“Tanrı karınca çiftliği olan bir çocuk.“ 

Gülümsedim. Bir sigara yaktım.  

Herkes telaş ve endişe içinde, hızlı adımlarla evlere erzaklar taşıyordu.  

Her şey git gide kötüleşiyordu. 

Bildiklerimiz bilemediklerimizden azdı.