Şiir ve Disiplinlerarası İlişkiler Serisi -1

Nesnel yaşamı anlamak anlamlandırmak ve gündelik dili çoğaltmak, dönüştürmek, ansal gerçeklik ile nesnel gerçekliği harmanlarken gerçeğin mümkün olduğu kadar yakınına sokulmak fakat bunu yaparken sınırları genişletmek ve düşsel alanlar ile gerçekliği yeniden tanımlamak için sığınırız şiire…  

Oysa güncel şiir tanımı üzerinden şekillenen, biçimsel ve imgesel alana sıkışan, nesnellik ve kurgu, gerçeklik ve ansal algı gibi ilişkileri göz ardı ederek anlamdan uzaklaşan ve gitgide örnekleri çoğalan yeni yapı, şiiri 80 sonrası süreçte olduğu gibi, anlaşılmaz ve içinden çıktığı toplumla uzlaşamaz bir hale getirmiştir. 

Şiirin, gündelik dille ve yaşamla derinlikli ilişkisi yerine, bahsettiğim söylem estetiğine ya da imgesel dile dayalı yapı üzerinden kurulan ilişki, bireysel ve metaforik anlatım öne çıkmıştır. Böylece anlamsal, kurgusal ve kuramsal bir değeri olmayan, anlamdan uzaklaşarak şiiri hatta şairi gizemleştirme güdüsüne dayalı bir alana itmiştir. 

Biz şiirin estetik biçimini, dilin sınırlarını ve olanaklarını genişleten, değiştiren ve dönüştüren yapısını elbette inkâr edemeyiz. Fakat gerçekliğin algılanamaz derecede imgeye sıkıştırılması ile bir üst akıl ya da elitist anlayış yaratılma gayretini de kabul edemeyiz elbette. 

Verili olanı, nesnel yaşamı, mevcut anlama, öğrenme ve bilme biçimini yeniden işleyerek, eleştirerek ve düşsel süzgeçten geçirerek yeni ifade kanalları açan, yeni biçimler, yapılar ve anlamlar kuran sanatçı, bir sanat yapıtı ortaya koymak gayreti ve niyetinde ise bir değerler düzleminde olduğunu bilmelidir.

Bir eser, verili olandan ileriye doğru bir sürecin, gelişimin ya da dönüşümün fitilini ateşleyecekse ve estetik biçimi toplumsal kaygı ile buluşturabilecekse sanatın yaşam üzerindeki onarıcı etkisine katkı sağlamış demektir. 

Şüphesiz ki, her sanatçı içinde bulunduğu sanat disiplininin imkanlarını, bileşenlerini ve malzemelerini bir adım ileriye taşımak, yenilikçi ve deneysel çalışmaları ile alanları zorlamak yeni alanlar açmak gayreti ve isteği içerisindedir. 

Bununla birlikte, sanat bir dışa atma, bir reddetme biçimidir de. Nasıl ki, bünyemize giren herhangi bir yabancı besin ya da kötü tat vücut tarafından ilk refleks olarak geri atılıyor ve reddediliyorsa, aynı biçimde sanatçı da karşılaştığı, maruz kaldığı kötücül olanı aynı biçimde dışarı atma ihtiyacı duyar. Bunu estetik bir bütünlük ve içinde bulunduğu sanat disiplininin dinamikleri içinde yaparak ortaya bir eser çıkarır. 

Öte yandan sanatçı ile bir çocuğun hayal dünyası ve imge dünyası arasında benzerlikler vardır. Sanatçılar aslında, zihinsel kurguyu ve imgeyi metafor ya da kavram olarak düzenli ve estetik biçimde ifade edebilen yetişkin çocuklardır. Gerçekliği bozar ve yeniden kurar. Fakat işleyen ve devam eden sürecin akışı içinde kalmalı, onu sürekli kollamalı, yer aldığı sanat disiplininin yapısal tözü üzerinden söylemini oluşturmalıdır. 

Böylece, yenilik ya da gelişim adı altında ortaya çıkacak düzensiz ve bütünüyle bireysel, kopuk ve savruk çalışmalar yerine, sanatsal algıyı, estetiği ve yaratım sürecini hem sanatçı hem de sanatı tüketenler nezdinde ileriye taşıyan çalışmalar ortaya çıkacaktır. 

Özetle, insana dokunmayan, ulaşmayan, insanı ve sanatı geleceğe taşımayan, geleceği önermeyen hiçbir çalışma döneminin ötesinde kendine bir yer bulamayacaktır. 

Önemli olan bugünün koşullarlı ve toplumsal meseleleri üzerinden itirazı ve sesi yükseltmek ve geleceği müjdelemektir. 

Haydar Ergülen’in bir dizesiyle bitirelim. “Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye?”