Resim ve Şiir İlişkisi Üzerine
şiir konuşan bir resim, resimse sessiz bir şiir.
Edebiyat ile Görsel Sanatların arasındaki ilinti ve birlikteliğe dair tartışmaların başlangıcı Antik Çağlara kadar uzanır. Bu iki sanat disiplini arasındaki ilişkiyi açıkça vurguladığı bilinen en eski metinlerden birinin Horatius’un Ars Poetica (Şiir Sanatı) adlı eseri olduğunu söyleyenir. Horatius, bu eserinde “resimdeki gibi, şiirde” (ut pictura poesis) kavramını kullanarak, Şiir ile Resim arasındaki olağan ve kavramsal yakınlığı vurgulamış ve ikisi arasında sanatsal açıdan bir analoji kurmuştur.
Fakat bu ilişki çok daha öncesine de uzanır. Simonides, Horatius'dan yüzyıllar önce  "şiir, dile gelmiş bir resim; resim ise lâl bir şiirdir" (poema loquens pictura, pictura tacitum poema) tümcesi ile bu ilişkiyi açıklamıştır. Platon ise Devlet kitabında, ressamın renklerle yaptığını, şairin sözcüklerle yaptığından söz eder.
Sembolistlerin Müzik ve Şiir arasındaki yakınlığa vurgu yaparken imgelediği “şiir sessiz bir şarkıdır” önermesi Resim ve Şiir ilişkisi söz konusu olduğunda, yine Horatius’tan çok öncesinde Romalı yazarların ortaya koyduğu “şiir konuşan bir resimdir; resimse sessiz bir şiir” tümcesi ile tanımlanmıştır. Zira Lewis Hine’ın “Eğer hikayeyi sözcüklerle anlatabilseydim, yanımda sürekli bir fotoğraf makinesi taşımaya ihtiyaç duymazdım” sözleri Barok dönem ressamları tarafından renkler ve sözcükler ilişkisi açısından benzer biçimde sıklıkla dile getirilmiştir.

Görülüyor ki, bütün sanat disiplinleri kuşkusuz birbirleri ile ilintli ve kol kolalardır. Fakat burada asıl önemli olan aralarındaki bu olağan ve doğal birlikteliği tanımlamak değil. Bu gerçekliği sanatsal üretim süreçlerinde dikkate alarak bir besin kaynağı olarak görmektir.

Resim, Fotoğraf, Müzik ve Tiyatro gibi sanat disiplinlerinin şiirle olan girift birlikteliğini kavramış bir şairin, kelimelerin renklerini, tınılarını ve harmonisini de dikkate alacağını düşüdüğümüzde ortaya çıkacak şiirin gücü şüphesiz ki çok daha güçlü olacaktır.
Bunu diğer sanat disiplinleri içinde söylemek mümkün elbette…

Bu çok yönlü ve çoğaltıcı etkileşim farklı sanat disiplinlerindeki sanatçıların bir arada üretim alanları bulması ile daha hızlı, etkin ve görünür olacaktır.   
Avrupa’da ise kendi şiirleri için illüstrasyon çizen Edward Lear ya da çizimlerini yazıya döken Gabriel Rosetti’nin çalışmaları Resim ve Şiir ilişkisinin güçlü örnekleri olarak gösterilebilir.

Ayrıca William Blake’i de anmak gerekir. İlk şiir kitabı Masumiyet Şarkıları (Songs of Innocence) için eserlerini kâğıda yazmak yerine, metal levhalara kazımış ve sonrasında bu levhaları mükemmel illüstrasyonlarla süslemiştir. Yaşamının son yıllarında ise Dante’nin İlahi Komedya’sı için illüstrasyonlar yapmaya kendini adayan Blake, Romantik akım içerisinde Resim ve Şiir ilişkisini örnekler.
Birazda kendi coğrafyamıza neler olmuş onlara bakalım.

Batı edebiyatında Antik Çağdan beri karşılığı olan Şiir ile Resim arasındaki ilişki, Osmanlı’da ilk kez Recaizade Ekrem’in “Şiir resim gibidir.” sözlerinde karşılık bulur: Bu somutlaşma daha sonra Servet-i Fünun Dergisi ile bir özdeşliğe kadar varacaktır.

Resim ve Şiir ilişkisinin Türk edebiyattaki izdüşümlerine ise en yoğun biçimde Servet-i Fünun Dönemi’nde rastlarız. Bu dönemin şiir anlayışının belki de en güzel özetlerinden birisini Cenap Şahabettin yapar. “Şiir, elfaz (sözler) ile resmedilen bir levhadır” sözleri bu yakın ilişkiyi tanımlar.
Resimde tek bir tablonun kendi anlatı alanını aşarak kurduğu genişlik, şiirde tek bir dizenin geniş perspektifi ile karşılanabilir.
Resimde sınırlı sayıdaki malzeme ile düşsel sezginin ve ansal imgenin yeniden kurgulanması ile bütünlüklü bir öykü anlatılırken, şiirde de sözcüklerin minimal düzeyde kullanımı ile daha geniş bir anlatı amaçlanır. Çünkü her iki sanat disiplini içinde sınırlı nesnel ve zihinsel malzeme ile geniş ve sezgisel bir anlatım amaçlanmaktadır.

Şiir genel olarak cevabı arayan değil soru sorandır. Anlamsal düzlemde bir karşıtlık barındırır ve kaos yaratır. Bu kaotik anlamsallık ile birlikte ortaya konan retorik yalınlık arasındaki ilişki zihinsel görsel çağrışımlara yol açarak hazzı artırır.
Resmin görsel düzlemde aktardığı yoğun ya da yalın karşıtlıklar ve çelişkiler, bu yoğunluk ve yalınlık arasındaki geçişkenlik ya da ilinti ile ortaya çıkan estetik ise bir şiirsellik ortaya koyar.

Şiir görmeyi öğrenmektir. Gerçek ya da düşsel görüntü algısını geliştiren, soyut düşünceyi güçlendiren ve gözlemsel, sezgisel bakışı artıran bir sanat disiplinidir. İrreel bir alandan, gerçekliğe ilişkin bir görme yetisi inşa eder.  
Resim ise perspektif ve ahenk ile imgeyi ve kavramsal derinliği görmeyi öğretir. Böylece sözcüklere resme baktığımız gibi bakmamızı ve ardındaki anlamsal ve imgesel derinliği sezmemizi sağlar ve biz şiire adım adım yaklaştırır.
Evrenselliğini yaratırken çeviriye gerek duymaz ve anlam kayıpları yaşamaz.
Resim somut ve soyut kavramsal malzemelerle, çeviriye gereksinim duymayan
evrensel bir dil ile yazılır. Resmin bu evrensel anlatı yetisine karşılık şiir çeviriler ile anlam kayıplarına uğrasa da, yarattığı görselliği her zaman yanında taşır.
Hepimiz bakıyoruz. Fakat pek azımız görüyoruz. İşte Resim ve Şiiri birlikte harmanlamak ve talep etmek, görmenin olanaklarının aslında ne kadar geniş olduğunu öğretecektir.

Aslında son tahlilde Fernando Pessoa’nın şu sözleri ile bitirmek gerek sanırım.
“Bütün sanatlar gibi edebiyat da hayatın yetmediğinin itirafıdır.”