Dünle beraber gitti cancağızım,

Ne kadar söz varsa düne ait,

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım

Mevlana ile başladım yine. Şimdilerde sıkça kullanılan bir tamlamaya atıfta bulunmak istiyorum müsaadenizle: Yeni Nesil! Yeni nesil kahveci, yeni nesil pazarlama, yeni nesil anlayış vs. Siyasette de artık bu yeni neslin başlaması gerektiğini düşünüyorum bir süredir. Herkes gibi, herkes kadar! 

1980 öncesi siyasette, ideolojik köken önemliydi. Sağ/sol ayrımı yetmiyor, sağ’ın/sol’un neresinden olduğun da önem taşıyordu. Örgütler birbiriyle amansız kavgalara giriyor, fraksiyonlara bölünüyor, ardından birbirini suçlayarak kendileriyle çatışmalar yaratıyordu. Pragmatik siyasetten görece uzaktı hepsi. Devrime inanıyordu. 

1990’larda ve 2000’li yılların ilk zamanlarında bu iş yavaş yavaş kimlik siyasetine evrildi. Ama aslında değişen pek bir şey yoktu! Değişen tek şey siyasetin ‘’form’’uydu. Kaldı ki bizler işi iyice hafife alarak ve içselleştirmeden yaşayan insanlar olarak bu ‘’farklılaşan’’ politik şemaları ‘’değişim’’ olarak algılamayı tercih ettik. Sınıf siyasetini bırakıp kimlik siyasetiyle uğraştığımız için de daha kolay aidiyetler kurduk. Üst kimlik emek iken, 90’larda bu üst kimlik Kürt, Alevi, LGBTİ+ oluveriyordu. Mücadele alanları farklılaşmıştı. Özelleşmişti. 

2023’e girdiğimiz şu günlerde, gördüğüm kadarıyla 6’lı Masa’nın da yeni nesil siyaset yapmasına engel olmak için ellerinden geleni yapacak siyaset oligarkları. Yine bazı şeyler form değiştirecek. Ve biz bunu değişim gibi algılayacağız. Adeta çocukluk travmalarının farkına varmadan tüm hayatı boyunca aynı hataları yapan ergenliğini bitirememiş yetişkinler gibi siyasiler. Kendileri değişmediği gibi başkalarının da kendi öz döngülerini kırmasına izin vermiyorlar! 

Peki nasıl kurtulacağız bu ‘’aynı hamam aynı tas’’ döngüsünden? Ve nasıl kuracağız yeni nesil siyaset anlayışını? 

Yeni nesil siyaset fikrini bana veren gruptan başlayayım o halde: EYT’liler. 

Yıllardır verdikleri mücadele ve dikey olmayan bir örgütlülükle istediklerini elde ettiler. Anlattılar, bir araya geldiler, örgütlendiler, büyüdüler. Adeta hiç birinin bir ideolojisi ve kimliği yokmuş gibi yaptılar bunu! Onları bir araya getiren tek ortaklık EYT’li olmalarıydı. Şimdi, bu geçici amaç başarıya ulaştığına göre, kendilerine başka bir mücadele alanı bulmalılar bana kalırsa. Bu müthiş iş burada kalmamalı! 

Başka örnekler de mümkün elbet. Ekoloji hareketleri mesela. Dağıma, doğama, toprağıma, dereme, suyuma dokunma diyerek bir araya gelen insanların neleri başardıklarını bir hatırlayın. Yıkımı durduran, köyünü baraj altında kalmaktan kurtaran, zeytinini madenciliğe ve beton inşaatlara karşı savunan ekoloji savaşçıları örneğin. Şimdi çıtayı yükseltmeleri gerekiyor sadece. Daha düzenli ve iletişim ağına ulaşarak ülkenin dört yanından seslerini çıkarmaya ve bu doğa talanına karşı mücadele etmeye devam etmeliler. Greta Thunberg ismini duydunuz sanırım. Tek başına ekoloji mücadelesi veren gencecik bir insan. Tek başına milyonlarca insana ulaştı. Ve gerçek bir dönüşüm için mücadele verdi. Direnmeye de devam edecek gibi görünüyor. 

Öneri olarak söylemek gerekirse, KHK’lılar, deprem mağdurları, atanamayan öğretmenler, şiddete maruz kalan sağlıkçılar, sözleşmeli memurlar ve genç işsizler de böyle bir yatay örgütlenmeyi başarabilir. Ve bunu görmek beni mutlu eder örneğin. Hadi devam edelim el yükseltmeye: Derin Yoksulluk Ağı ve İzmir Seyyar Esnaf ve Sanatkârlar Meclisi var. Duydunuz mu bilmiyorum. Duymadıysanız da hemen araştırmanızı öneririm. Müthiş analizler yapıyorlar. Müthiş tezler ortaya koyuyorlar. Türkiye’deki yoksulluğun nasıl toplumun tamamına yayıldığını örneklerle, önermelerle açıklıyor, çözüm önerilerini sunuyorlar. Sokağın kriz değil çözüm olduğunu yüksek sesle dile getiriyorlar. İdeolojik ve sınıfsal bir bağlılıkları olmadığı gibi; dil, din, ırk, hemşerilik gibi kimlik aidiyetlerinden azade bambaşka öneriler geliştiriyorlar. 

6’lı Masa anlayışını değiştirmek ve 6’lı Masa’nın ‘’yeni’’ bir şeyler söylemesine olanak sağlayacak bu tür yatay organizasyonlar. Açıkçası Gültekin Uysal’ın ya da Temel Karamollaoğlu’nun ne dediği kadar Hacer Foggo’nun da Evren Laçin’in de ne dediğini önemsiyorum. Bana/bize yeni pencereler açacaklar. Siyaset bilimi ve akademinin ne dediği kadar sokağın sesini de dinliyorum onlar aracılığıyla. 

Dilerim ki pragmatik siyaset onları yormaz. Çünkü söyleyecek çok sözleri var. 

Hep söylüyorum. Tekrarlayarak bitirelim: Başka bir siyaset mümkün!