Bu sözü ayda üç beş defa duyarım. Dışarıdan bakan insanlara göre bizler, ülkemizi spor kulüplerinin peşinde keşfeden, futbolcularla yakın iletişimde olan ve müsabakaları yerinde takip etme ayrıcalığına sahip insanlarız. İşin gerçeğine gelecek olursak, hayal kırıklığı.

Düşündükleri şeyler aslında bir açıdan doğru. Evet, kulüplerle yolculuk yapabiliyoruz, sporcular veya teknik ekipten birileriyle arkadaşlık kurabiliyoruz ancak bu o kadar kolay mı? 

Öncelikle bu mesleği yapmak için iletişim fakültesi veya bir üniversite bitirmenize gerek yok. Bu hem iş bulma konusunda hem de kalifiyeli eleman olsanız bile maaş konularında karşınıza zorluk olarak çıkıyor. Çünkü sizinle ayı işi yapabilecek(!) sayısız sayıda insan var. Okulda sana öğretilen basın etiği, Habermas, Weber gibi iletişimcilerin kuramları, hiçbir anlam ifade etmiyor mesela. İş arayışında daha fark ediyorsun. Bunlar sadece eğitim ile ilgili sorunlar. Peki, gerçek sorunlar neler?

7 YILIN İZİ'NE ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ 

Hava -5 derece, bardaktan boşalırcasına yağmur veya kar yağıyor ve sen basın tribününde veya saha içerisinde görevlendirildiğin yerde üşüyorsun. Saha içerisi, daha da felaket durumda. Fotoğraf çekip ilk yarının ardından hemen merkeze göndermen gerek. Ancak kuru bir yer bulamıyorsun. Üstüne taraftarlara çok yakın olman sebebiyle her an başına bir cisim isabet edebilir. Yediğin küfürleri bile duymuyorsun bir süre sonra. Maç biter bir grup taraftar seni tartaklayabilir ve bunun üzerine saatlerce yolculuk.

Konuşmak istersin, sustururlar. Aman şu camia kırılmasın, aman bu kırılmasın diye. Sonuç olarak seneye bir daha gideceksin. Sana kalan ise başındaki dikiş izleri olur.

Bizim mesleği sevmeden yapamazsınız. Severseniz de bırakamazsınız. Şimdi o, “Abi işiniz çok güzel yeaa.” diyen arkadaşlarıma soruyorum;

“Devede kulak misali anlattığım bu bilgiler ışığında hala böyle mi düşünüyorsunuz?”