‘Görevden Af’fını isteyenler kervanına Adalet Bakanı ve TUİK Başkanı da katıldı geçen hafta sonu. Yeni icat bu! Bir göreve atanırken ya da o görevi yaparken genellikle sağlık/eş gibi durumlarla bu görevi yapamayacağını bildirmenin nazik yolu yeni bir mekanizmaya dönüştürüldü Tek Adam rejiminde. Görevi yerine getirmek artık nasıl bir ceza ise bu cezadan affını istemek de ‘normal’ bir durum! Eski bakanın güler yüzlü yeni bakanın da somurtkan ifadelerinin yer aldığı fotoğraf da bu cümlemin bir ispatı olsun şimdilik. Bakanlık yapmıyor ceza çekiyorlar, sonra da gidip ‘’beni affet’’ diyorlar! Pek hoş!

Anayasa’da istifa ve azil kurumları vardır. Birisi atanarak ya da seçilerek geldiği görevinden türlü nedenlerle istifa edebilir ya da sıralı amirleri kendisinden istifasını isteyebilir. Kabul eder/etmez bu kişiye bağlıdır. Kabul etmezse de azil mekanizması devreye girer ve görevden alınır. Bunlar, bu iki uygulamanın arasında bir şey uyduruverdiler: Af

Büyük otoritenin kendisini affetmesinin verdiği derin bir iç huzuruyla istifa ediyorlar yani. Hatta kulislerden okuduğumuza göre Adalet Bakanı önce istifa ediyor, olmaz öyle şey denerek geri çevriliyor, ardından bizim bakan hükümetin bazı keyfi uygulamalarını eleştirince de görevden azlediliyor. İstifa ile azil arasındaki incecik bir alan yani bu. Adı: Af.

AKP’nin özellikle 16 Nisan referandumundan sonra, Recep Tayyip Erdoğan’ın “tek adam’’lığıyla yönetildiğini, her geçen gün daha da otokratikleştiğini söylemek yanlış olmaz sanırım. Sadece Bakanlar Kurulu üzerinde inisiyatif kullanmayıp, üniversiteler, belediyeler, valilikler üzerinde sürdürdüğü bu tavrı partisinin il/ilce başkanları düzeyinde de yürüttüğünü izliyoruz hep birlikte. Doğrudan ulaşamadığı yerlerde ise taşeron patronları kullanıp, gazetecileri, televizyoncuları rahatlıkla yerinden edebilme gücüne ulaştığını gözlüyoruz. Ülkeyi de partisini de tek adam olarak ve aile şirketi yönetir gibi yönettiğine şahit oluyoruz.

AKP de Bakanlar Kurulu da Belediye Başkanlıkları da sermayedar bir patronajla ve aile şirketi gibi yönetildiğine göre kurumsal ve siyasal değerlerden söz etmek yerine, duygusal reflekslerle ve neredeyse duygusal hezeyanlarla bu kararları vermek de tek başına bir kişiye kalıyor. Bir zamanların Televole tarzı programlarında boşanan magazin dünyasının pek meşhur çiftleri düzeyine geldi neredeyse bu hikâye(ler). Ama dediğim gibi, en çirkin, en yoz, en tuhaf haliyle…

...

Söz konusu istifaların öznesi seçilmiş kişiler olunca bu hikâyenin böyle kişisel bir düzlemde kalmasını yediremiyorum bir haliyle. Siyasi etik gereği istifa ediyorsa bunun gerekçesini bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum. Yok eğer bu bir istifa değil “istifrar (Osmanlıca da firar etme, gizlice kaçma, savuşma anlamına gelir) ise bunun hesabının da kesilmesi gerektiğine inanıyorum. Osmanlıca sözcüklerin zihnimde yarattığı bir diğer serbest çağrışımla devam edersek, Abdülhamit Gül istifa etmek yerine “istiğfar etmek” istemiş olabilir ki bu da tanrıdan günahlarını bağışlamasını dilemek, tövbe etmek anlamına gelir!

İstifa, istifrar, istiğfar derken son bir Osmanlıca sözcük çağrışımı kalıyor geriye, onu da buraya koyalım: istifra. Yani kusma. AKP, içinde hazmedemediği, midesini bozan şeyleri kusma marifetiyle bünye dışına çıkarıyor olabilir. Ancak, burada da şu tespiti yapmak yanlış olmayacaktır sanırım. Midede onu rahatsız eden “şey” tespit edilmiş ama kusma eylemine bir türlü geçilemiyor bir türlü ve bu nedenle bünye zorla kusturuluyor. Yani, AKP denen bünye “zorla” istifra ettiriliyor.

...

Neresinden bakarsanız bakın, bu “şüpheli bir ölüm”dür. İntihar süsü verilmiş bir cinayet midir, kaza süsü verilmiş bir siyasi suikast mıdır anlayacağız. Yakın geçmişimiz her iki vakaya da çokça tanıktır. Bazıları aydınlatılmaya çalışılırken üstü örtülmüş, bazıları da hiç aralanamayan dosyalar halinde tozlu raflara bırakılmıştır. Bakalım bu şüpheli ölüm için “otopsi” isteyecek onurlu bir Savcı çıkıp bu “siyasi mevta”ların gerçek ölüm sebebini raporlayabilecek midir? Göreceğiz. Umarım göreceğiz.