Erdoğan önceki seçimlere göre farklı bir stratejiye geçti. Önceki seçimlerdeki “Yaparsa AKP yapar” sloganı şimdi neredeyse “Bir kez daha Erdoğan” şekline dönüştü. Buna bir de “Yaparsa Erdoğan yapar” söylemi eklendi. 

Bunun nedeni açık, bu yıl 18 Haziran’dan önce yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi. Bu seçimin yanında milletvekili seçimi, yani Genel Seçim yapılacak.

İktidar, seçime giderken kendini güçlü göstermek, muhalefeti de etkisiz kılmak ister.

Seçim tarihi için birçok seçenek tartışılıyor. İktidar bu seçenekler arasından bir tarihi önceden mutlaka belirlemiştir veya hedeflemiştir ve bu tarihe kadar birçok iş veya etkinlik yapacaktır. Her iş veya etkinlik sonrası yapılan kamuoyu araştırmaları ile yaptıklarının halk üzerindeki etkisini ölçmeye devam edeceklerdir. Son dönemlerde yapılan toplantılar, parti adına yapılsa da devletin gücü ve cazibesini kullanarak değişik kesimleri bir araya getirmeye ve bunu canlı yayınla, neredeyse tüm yandaş medya ile halka yansıtmaya başladılar. Sonrasında da yandaş medya gece yarısına kadar Erdoğan’ı yüceltme programları yapıyor.

Muhalefeti etkisiz kılmak demek, muhalefeti kamuoyunu doğrudan ilgilendiren, bir başka deyişle vatandaşın cebini, işini, barınmasını filan ilgilendiren konuların dışındaki “soyut” konuları tartışmaya yönlendirmektir. Soyut sözcüğüne örnek olarak demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük gibi temel değerler olmakla beraber, eğitim düzeyi düşük kesimlere bunu anlatmak kolay değildir.

Seçim döneminde muhalefeti, hangi alanlarda propagandalarını yoğunlaştıracakları konusunda ikilemde bırakmak önemlidir. Bunların başında HDP’nin seçime girmesinin engellenmesini sayabiliriz. Kanımca Anayasa Mahkemesi’nin HDP’nin kapatılma kararını vermesi ve yöneticilerine siyaset yasağı getirmesi ile HDP yönetimini ve seçmenini böyle bir ortama itebilirler diye düşünüyor olabilirler. 

Öte yandan, partinin kapatılması halinde HDP’nin “paralel” parti veya daha doğru bir deyişle seçime girmek için seçenek yarattığı biliniyor. Ancak kapatılma kararı verilse bile, kapatılma kararının gerekçesinin ne zaman açıklanacağı, getirilecek sınırlama ve kısıtlamaların neler olacağı konularında bir netlik yok. 

Zira, daha önce verilen kararların neye dayandırıldığı tartışma konusu oldu. Yüce mahkemenin kendi içinde AKP’nin atadığı toplam 10 üye ile kalan 5 üyeye göre büyük üstünlük sağlaması birçok iddiaya neden oluyor. Bu nedenle kanımca beklenen 15 üye ile toplanılarak, kapatma için gerekli 10 oy ile, HDP’nin kapatılması, bundan önce HDP’ye yapılacak hazine yardımının acilen dondurulması bir işaretti. Hazine yardımının kesilmesi HDP’de nasıl bir finansal yansıma bulacak, onu göreceğiz. Demokraside kural, partilerin ölçüsünün sandıkta seçmen tarafından alınması olmalı.

Seçimi etkileyecek diğer parametre ise İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında verilen hapis kararının onanması ve İBB’ye kayyum atanması. Olur mu, iktidar mantığıyla olabilir? 

Bu kararın yaratacağı sonuçlar, iktidarın “kendi hukuk” uygulaması ile belediyeler ve muhalif partiler üzerinde hem baskı yaratabilir hem de partiler enerjilerini bu yönde harcayarak halkı doğrudan etkileyen konularda kamuoyuna yeterli anlatımı yapamayabilirler.

Kanımca Altılı Masa, bu girişimlere yanıt vermekle birlikte, önceden programladıkları şekilde seçim programını hazırladılar, devlet kurumlarının üst yapı bürokrat ve teknokratlarını belirlediler. Şimdi de ortak cumhurbaşkanı adayı ve milletvekili liste dağılımı üzerinde çalışıyorlar.

Erdoğan ve ekibinin ikilem içinde olmadığını söylemek mümkün değil. Seçim tarihi konusunda Erdoğan ve ekibinin “erken seçim değil, seçimin birazcık öne alınması”, “fesih değil, seçim yenilenmesi”, “erken seçim değil, seçimin güncellenmesi” demeleri bunun göstergesi. Anayasal olarak ya seçim vardır ya da erken seçim.

‘Biraz güncelledik, birazcık öne aldık’ demek kafalarında hala “Gemi var gemicik var” kavramının egemen olduğunu gösteriyor.

Bu anlayışa uygun hukuk yok ama bunu dillendirecek hukuk adamları kimler olacak, onu da göreceğiz. Ne diyelim, yolcudur Abbas, bağlasan durmaz…