Çocukken duygular ve tepkiler, zaman, olay ve durumlardan bağımsız olarak çok daha nettir. Korku, şaşkınlık ya da mutluluk ya dehşet verici boyuttadır ya da yoktur. Arası bir ifade görmek çoğu zaman mümkün değildir. Bir duygu dehşet verici boyutta değilse geriye dönüp hatırlama da zorlaşıyor.

Deprem bölgesi olmayan bir bölgede büyümek, bizi deprem gerçeğinden uzak tutmuş yaşanan acıları anlamamızı zorlaştırmıştı. Hatırladığım ilk deprem anısı, sabahçı olduğum okuldan gelip, televizyonun karşısında yüzüstü uzanarak ödev yaparken, bir an evin sallanması ve kırmızı kalemimin televizyon sehpasının altına kaçmasıydı. Korktuğumu hatırlamıyorum ama hemen dışarı çıkıp mahallenin çocuklarından asla gerçekleşmemiş deprem anıları dinlediğimi hatırlıyorum.

Çocukken deprem gerçeğine en yaklaştığım zaman hepimizin olduğu gibi ‘99 Depremi’ galiba, deprem bizi etkilememişti ama, belediye işçisi olan babam enkaz kaldırma çalışmalarına yardım etmek için Sakarya’ya gitmişti. Bir ay boyunca belki babamı görürüm diye haberleri izlemiştim. Babamı televizyonda görememiştim ama günler sonra enkaz altından çıkan bir kadın için annemle birlikte ağlamıştık.

***

İzmir’e taşındığımdan beri bu gerçekle çok sık yüzleşiyorum. Gazeteciliğe ilk başladığım yıl, Kıbrıs Şehitleri’nde nerdeyse 60 yıllık bir iş hanında 6.3’lük bir depreme yakalanmıştım. Bana göre rüzgârda bir kâğıt peçete gibi 9 saniye sallanmıştık. Deprem önlemiyle ilgili hiçbir şey bilmediğimi öğrenmem tam olarak bu depreme denk geliyor. Çünkü sanırım haber merkezinde deli gibi koşturmak önlem sayılamaz. Bir insan en çok ne kadar korkabilirse o kadar korkmuş günlerce tilki gibi bir gözüm açık uyumuştum.

Ne yazık ki daha sonra daha büyüğü ile karşılaştık, Seferihisar’ın 23 km açığında yerin 1,5 km altında bize bir ömür gibi gelen ama sadece 16 saniye süren depremle. Sonrasında hepimiz korku dolu günler yaşadık enkaz başında sabahladık, eş dost ile defalarca üzerine konuştuk, evde işyerinde kendimizce önlemler aldık. Depremden korunmak için bilimsel makaleler bile okuduk, deprem çantaları hazırladık. Sonra acil ihtiyaç oldu, deprem çantalarının içindekileri kullandık, çantayı nereye koyduğumuz bile unuttuk. Tabi o kendisini tekrar hatırlatıncaya kadar. Birkaç gün önce yaşanan Buca merkezli depremde sokağa kaçarken ne depremle ilgili edindiğim bilgiler ne de deprem çantası aklıma geldi.

Sokağa çıktığımda ilk karşılaştığım en fazla 4-5 yaşında bir çocuğun yüzündeki dehşetti. Annesi montunu giydirmeye çalışırken gözlerini kırpmadan çıktığımız binaya bakıyordu.

Çocukların bu gerçekle büyüyecek olduğunu bilmek çok üzücü ama bu gerçeğin korkulacak bir şey olmaktan çıkarmak yine insanın elinde. Alınması gereken önlemler de sır değil; mühendis odaları, bilim insanları durmadan söylüyor (Müteahhitlerin daha çok kazanmak için yaptığı çürük yapılara izin verilmemesi, yüksek binalar için uygun olmayan zeminlerin imara açılmaması, kaçak yapılar için getirilen imar aflarından vazgeçilmesi, denetimlerin arttırılması ve tüm denetim mekanizmasının bilim ve tekniğe uygun insanlara bırakılması vb.)

***

Gelin görün ki, bu önlemleri alması gerekenler depremi bizim gibi, kendisini hatırlattığında hatırlıyorlar. Topraklarının yüzde 93’ü deprem bölgesi sınıfında olan ve nüfusun yüzde 98’i deprem bölgelerinde yaşayan bir ülkede bu önlemleri almak yerine hala ‘Deprem ne zaman olur? diye tartışıyorlar. Çünkü bu kehanetlerle, insanları büsbütün korku dünyasına itmek işlerine geliyor. Her yerde bangır bangır seçim propagandası yapan ne iktidar ne muhalefet ağzına alıyor depremi, böylece inşaat sektörü ve deniz kumu ile zengin olmuş müteahhitleri kızdırmamış oluyorlar.

Farkında değiller ama her deprem sonrası attıkları ‘geçmiş olsun’ tweetleri bir işlerine yaramayacak. Korkulan kehanet gerçek olursa seçimde çalacakları kapı kalmayacak.