Hani şimdi biz,

Bir peri masalı dinler gibi seyrederiz

Işıklı caddelerde mağazaları.

Hani bunlar, 77 katlı yekpare camdan mağazalardır.

Hani şimdi bizim soframıza

Haftada bir et gelir ve çocuklarımız işten eve

Sapsarı iskelet gelir.

Size de öyle geliyor mu? Nazım’ın Nikbinlik* şiirinde söylediği gibi motorlara binmişiz. Dört nala maviliklere sürüyoruz. Güneşli güzel günleri görmemizin önünde incecik bir tül var sadece.

Oysa bizim çocuklarımız hâlâ işten eve sapsarı iskelet geliyor. Kamuoyunda artık hiçbir inandırıcılığı kalmayan TÜİK verilerine göre 5-17 yaş arasında 720 bin çocuk, işçi olarak çalıştırılıyor. MEB’in verilerine göre, mesleki eğitim merkezlerindeki çocukların sayısı 1 milyonu aştı. Ülke tarihinde görülmemiş kitlesellikte çocuk işçiliğinin yaygınlaştırılması tablosu ile karşı karşıyayız.

Umutsuzluğa kapılmayalım, Halil İbrahim Sofrası kuruyoruz. Oysa bizim soframıza ayda belki üç ayda bir et geliyor. İnsanımız ucuz et alabilmek için saatlerce kuyrukta bekliyor. Türkiye, yıllık kişi başı “et tüketimi” ile “balık ve deniz ürünleri” tüketiminde Avrupa sonuncusu.

Oysa biz haftada 6 gün, 10-12 saat çalışıyoruz. Yine de 77 kat yekpare camdan mağazaların önünden başımız önde geçiyoruz.

Ancak üzülmemize gerek yok, ağaçlara astığımız Marteniçkalar bizi bu sömürü düzeninden kurtaracak. Demokrasi hasretimiz sona erecek, yabancı sermaye ülkemize akın edecek.

*** 

Geçtiğimiz günlerde Gazete 9 Eylül’ün bir haberinde ekonomik gerekçelerle taze anaların bebeğinin sütünü sattığını okudum. Bu bir süredir şehir efsanesi gibi dolanan bir haberdi. Ancak ilk kez bir kaynağın ağızından teyitli şekilde gözler önüne seriliyordu. Haberdeki kadın olayı o kadar olağan anlatıyordu ki bu beni araştırmaya itti. Uzun uğraşlar sonrası çabalarım beni İzmir’in tepelerinden birinde Körfez manzarası olan ama çocuk odası olmayan bir evde oturan bir kadına ulaştırdı. Hayatına devam edebilsin diye ismini vermeyeceğim ama söyleşinin ayrıntılarını yakında yine İz Gazete sayfalarında okursunuz. 

Ancak durumun vahametini anlamanız için küçük bir nüve vereyim. Kaynağın verdiği bilgiye göre oturduğu mahallede yeni anne olmuş birçok kadın sütünü satıyor. Hatta düzenli süt alan kişiler annelerin sütü olsun diye evlere gıda takviyesi bile yapıyor. Bizim çocuklarımız hayatta kalmak için daha bebek yaşta anaların ak sütünü paylaşmak zorunda kalıyor.

***

Aslında içinde bulunduğumuz karanlık böyle derin, böyle içinden çıkılmaz görününce ilkbahar dalına tutulmamızı anlıyorum. Bu karanlık dağılsın da nasıl dağılırsa dağılsın istiyorsunuz onu da anlıyorum. Ancak 15 Mayıs sabahı güneş bir başka doğacak, incelik tülü perdeyi çekeceğiz ve berrak bir güneş, geceden aç uyumuş milyonlarca çocuğun üzerine D vitamini mi saçacak. Buna inanmanızı anlamıyorum.

Oyun bozan, hevesi kursakta bırakan olmak istemiyorum ama yine de; içimde karşı mahalleden sayılma korkusuyla doğru bildiğimden şaşmayayım istiyorum.

Çünkü anlatılan bizim hikayemiz değil. Çünkü Halil İbrahim Sofraları yaşamak için; emeğini, hayatını, bebeğinin sütünü satmak zorunda kalanlar için kurulmuyor.  Bu sofra bizim için kuruluyor olsa ‘ortak mutabakat metni’nde kıdem tazminatını kaldırmak olmazdı.

Zifiri karanlıktan zenginlerin yine zengin, yoksulların daha az yoksul olduğu, düzenin hiç değişmediği bir seçeneği seçerek kurtulamayız. Ehven-i şer bir kurtuluşu seçmek zorunda değiliz.

Umutsuz olalım demiyorum, bu karanlık mutlaka dağılacak.

Şüphesiz motorlar yine maviliklere sürülecek, şüphesiz güneş bir başka doğacak. Ancak motorları biz sürersek, perdeleri biz açarsak,sofraları biz kurarsak, seçeneklerin içinde bizden birileri de olursa… 

*Nikbinlik: İyimserlik

*Yazının başındaki şiir Nazım Hikmet’in Nikbinlik şiirinden alınmış bir bölümdür.