Ne yazacağımı bilmeden ama yazmam gerektiğini bilerek oturdum bana ayrılan masanın, benden uzak ulan köşesine.

Ben gelene kadar elbet birikmiş yorgunluklar… Ölçüsüz umutsuzluk, bir çorba kaşığı yorgunluk, bir tutam mutluluk, bir buçuk kepçe kadar gelecek kaygısı, bir çay kaşığı ucu kadar aşk, bir çay kaşığı kadar sevgi, bir tatlı kaşığı kadar güven, bir tencere dolusu korku, bir dünya umutla kavrulmuş, terbiyesi unutulmuş enteresan dünyamdan hepinize merhaba.

Bu kadar karmaşık olan hayatlarımızın içinde atlamadığımız ve yapmaktan vazgeçmediğimiz şeyler vardır mutlaka. Benim atlamadığım şeylerden biri sabah yaptığımız masa sohbetleri. Bir eksik bir fazla fark etmiyor, mutlaka o masa da dün yaşadıklarımız, bugün hissettiklerimiz, okuduğumuz haberler, dinlediğimiz şarkılar, kızdıklarımız, küstüklerimiz, güldüklerimiz mutlaka konuşulur. Çorba tarifi verir gibi başladığım köşe yazımda masadan derlediklerimi tabaklarınıza dökeceğim.

Dört kişilik masada bugün de sınırı aştık. Gelenleri gidenleri, otura kalanları sayarsak sekiz kişiye ulaştığımız olmuştur. Masa kalabalıklaşınca mutfak tezgahına tüneyen Zeynep Abla’dan ekibe yeni katılan Ensar, ‘Gız ne diyonuz?’ Diyen Turgay, sesiz sedasız gelip giden ama son dönemde gözündeki ışığı gördüğümüz Batu, boykot döneminde yanlışlıkla boykotu bozdum diye bana takılan Dilan... Hepsinin mutlaka sohbete denk gelseler söyleyecek sözleri, mesleklerine dair dile getirecekleri umutları ya da umutsuzlukları vardı mutlaka.

Denk gelmedikleri günün tadını çıkararak, ağlanacak halimize gülerek devam ettiğimiz günün etliye sütlüye bulaşmayan hallerini yazacağım bilgisayarım müsaade ettikçe. Ülke gündemi konusunda hafif meşrep hale geldiğimiz son süreçte, yasakların cezaların adem elmamıza çöktüğü bu günlerde bir gazetede çalışıp hani 'Ne yapsak hem bize hem kuruma zarar gelmez?’ Diye düşünedururken, biz sadece düşündük ve durduk. Tarih ve günümüz koşulları olmamız gerektiği yeri kundaklayıp önümüze atıverdi bir anda.

Son süreçte çıkan yasalar bir tarafa önceden çıkmış ama bugüne kadar uygulanmamış yasalar dönemine denk gelen insanlar olarak önce bahtımıza sövüp(sövmek yasak, içimizden sövdük efenim) sonra köşe yazarları olarak ne yapsak diye fikirler üretmeye başladık. Fikir dediysek yanlış anlaşılmasın lütfen. Gayrihelal fikirler üretip yazmak için alanlar belirleyip kendi içimizde paylaştık. İster sağa yatıralım ister sola elimize sadece birkaç konu kaldı. Hani seksen dönemlerini falan da düşününce halimiz hal değil efenim.

Bir kişi Rahmetli Haydar Dümen’in boş kalan koltuğuna geçecek, biri Güzin Abla olacak, biri imam bayıldı tarifi yapacak, bir diğerimiz yaşlı amcaların yazdığı aşk şiirlerine falan yer verecek, bir diğeri kelebek türlerini araştıracak. Bana her ne kadar Güzin Abla rolü yakıştırılsa da bunca zaman tüm umutsuzlukları tespih tespih yapıp okuyanların eline bırakan biri olarak kendimi çok orada göremedim. Neticede Güzin Abla dert dinleyip çözüm bulan biriydi, ben dert dinler ve derdi dört bir tarafın damına bacasına yazar en olmadı bacaları başlara devirir kendim de altında kalırım.

Hal böyle olunca türlü tadında bir masa sardı etrafımızı. Ne desek ucunun bir taraflara dokunduğu bu süreçte, taraflardan uzak, taraflara dokunup taraf olmadan ön sevişme minvalinde bir yazıya evrildi sohbetler. Her ne kadar Birkan arkadaş kızsa da kendisine helal cinsel ilişkinin kurallarını yazmak düştü (kadınların yazması, yaşaması kadar ayıp olması hasabiyle). Esra yine aşko kuşko halleriyle kelebek cinslerini araştırmayı seçti. Kelebeğinin ömrünün kısa olmasından girip, konuyu ülkenin pembe panjurlu hallerine getireceğimden emin olduğum için duymamazlığa geldim. Yaşı yaşamına denk düşmüş amcaların aşk şiirlerini düşündüm önce, sonra şiirler bir bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Aşktan bu kadar uzak kelime anlamını bile sözlüğe bakıp hatırlayabileceğim bir alanda pek verimli olamayacağıma karar verdim. Yemek tarifi konusunda da pek maheretli olduğum söylenemese de elimdeki malzemeler ve bir iki kopya ile altından kalkabileceğime emin oldum tuhaf bir özgüvenle. Her bilgiyi yapay zeka gibi beyninin en ücra köşelerine gizleyip, yeri ve zamanı geldiğinde önümüze seren Zeynepzeka Abla bu konuda yardımcı olacaktır mutlaka. Bu haftanın ilk yemek tarifini sizlerle paylaşıyorum.

Yazının girişinde yazdığım malzemelerden ölçüsüz umutsuzluk ve bir çorba kaşığı yorgunluğu bir tutam mutlulukla pembeleşene kadar kavuruyoruz. Pembeleşen karışıma bir çay kaşığı ucu kadar aşk, bir çay kaşığı kadar sevgi, bir tatlı kaşığı kadar güven ekleyip kaynamaya bırakıyoruz. Kaynadıktan sonra içine, bir buçuk kepçe kadar gelecek kaygısı, tencereyi dolduracak kadar korku, yemeğe rengini verecek kadar şiddet otu ve tüm malzemelere yetecek kadar umut ekleyip ateşin altını kısıp demlenmeye bırakıyoruz.
Yemeğimizin adı 2025 Aile yılı hatırası olsun… Bol malzeme ile hazırladığımız yemek demlendikten sonra nasıl bir tat alacak göreceğiz. Hepimize afiyetler olsun…