Gelir dağılımı adaletsizliği giderek derinleşiyor.

Dünya Eşitsizlik Raporu'nun 2021 yılı sonuçlarına göre; Türkiye'de en yoksul yüzde 50'nin yıllık ortalama geliri 20 bin 260 Lira iken en zengin yüzde 10'un bunun 23 katı 463 bin 20 TL kazanıyor.

En zengin yüzde 10, tüm gelirin yüzde 54.5'ini alırken, nüfusun yarısının payı sadece yüzde 12.

Rapor, son 25 yılda milli geliri iki katına çıkan Türkiye'de gelir dağılımındaki eşitsizliğin derinleştiğini anlatıyor.

Bu arada; kadınlar da milli gelirin sadece yüzde 23'ünü kazanabiliyorlar.

Bu rapor; ülkemizde gelir dağılımı adaletsizliğinin her geçen gün biraz daha derinleştiğini gösteriyor.

Ayrıca; TUİK'in yaptığı anketlerden elde edilen sonuçlara göre, pandemi öncesinde 2019'da ülkemizde 10.7 milyon kişi açlık sınırında, 54.1 milyon kişi de yoksulluk sınırının altında bir yaşam mücadelesi veriyor.

Yine pandemi öncesinde 17.3 milyonun gıdaya yaptığı harcama her gün bir "simit" yemeye yetmiyor.

Bu tablo; olası trajedilere yol açılmaması için gelir dağılımı çarpıklığının giderilmesi ihtiyacını ortaya koyuyor.

Öte yandan; Türkiye 2016-2019 yılları arasında ortalama 3.7 oranında büyümesine karşın, yoksul sayısı, 1.5 milyon artmış. Bu sayı Manisa, Kayseri, Diyarbakır'ın nüfusu kadar.

Öte yandan; resmi verilere baktığımızda 2016-2019 yılları arasında, 3 yılda yoksul sayısı 1.84 milyon kişi artarak 26.6 milyona ulaştığını görüyoruz.

DÜNYADA GELİR EŞİTSİZLİĞİNDE 5’İNCİ ÜLKEYİZ

Son 10 yılda, ülkemizde gelir paylaşımında ciddi bir "eşitsizlik" olduğunu görüyoruz.

Dünyada "gelir eşitsizliği"nde 5'inci ülke konumundayız.

Bazı kişilerin yoksulluktan hiç haberi yokken, bazı kişiler yoksulluk kategorisine girmiş, yoksul olanların da yoksulluğu derinleşmiş.

Ülkemizde en yoksul yüzde 20'lik kesim yani 17 milyon kişi, ayda 1 kg. et tüketebiliyor, bunun 750 gramı da tavuk eti.

YOKSULLARIN KONUTA ERİŞİMİ UZAK, HAYAL

Düşük olan ücretler ve gelirler enflasyon karşısında hızla erirken konuta erişim de "orta" ve "düşük" gelir grubu için olumsuz hale gelmiştir.

Yoksulluğun artması, yaşam standardının düşmesi; "paylaşım ekonomisi"ni gündeme getirmiş, kiralar ve akaryakıt fiyatları yüksek olduğu için aynı evi ve aynı aracı paylaşanların sayısının artmasına neden olmuştur.

Öte yandan; 2015-2020 döneminde, 5 yılda 8.3 milyon ev satıldı, buna karşılık hanelerde "ev sahipliği" oranı sürekli düşüyor.

2020 itibariyle her bin haneden sadece 557'si kendi evinde oturuyor, 8.3 milyon ev satılmış, buna karşın konut sahibi hane sayısı sadece 1.2 milyon artmış.

Ülkemizde 25 milyon hanenin sadece 3.5 milyonu kira gelirine sahip. Kira gelirinin tamamı ülke nüfusunun yüzde 14'ünde.

Diyebiliriz ki; ülkemizde ev sahibi olmak giderek zorlaşıyor.

Ayrıca; son 3-4 yılda dünyada konut fiyatlarının en çok arttığı ülke konumundayız.

Bu durumda değil ev sahibi olmak, kirada oturmak bile zorlaşıyor.

Öyle görünüyor ki; ev sahibi olmak uzak bir hayal haline geldiği gibi, kirasını ödeyemeyenlerin sayısının da giderek artacağı koşullar oluşuyor.

Unutmayalım ki; yaşanabilir bir konut sahibi olmak, temel insan hakları bağlamındadır.

Uygar sosyal devletin görevi; dar ve sabit gelirlilerin kolay bir şekilde konuta erişimlerini sağlayacak ekonomik ve sosyal koşulları hazırlamaktır.

Konut politikası, "yoksuldan alıp" zengine verilen bir "gelir transferi"ne dönüşmemelidir.

Yoksulları varsılların insafına terk eden devlet; ne insani, ne uygar, ne de sosyal devlettir, olsa olsa yoksulluğu yöneten devlettir.

Esas olan yoksulluğu yönetmek değil; yoksulluğu ortadan kaldırmaktır.

Sonuç olarak: Gelir dağılımı adaletsizliği derinleşiyor, yoksulluk eşit paylaşılmıyor.

Yoksulların konuta erişimleri uzak hayale dönüşüyor.